BM bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC, Intergovernmental Panel on Climate Change) raporu, iklimin, insan etkisiyle son 2 bin yılda görülmemiş oranda ısındığını ortaya koyuyor. BM Genel Sekreteri Gutierrez’in, “insanlık için kırmızı alarm’ olarak değerlendirdiği rapora göre, son beş yıl, 1850’den bu yana dünyada kaydedilen en sıcak dönemler.
Raporu Türkiye’deki durum üzerinden değerlendiren uzmanlar, orta ve kötümser senaryolara göre Batı Akdeniz, iç Ege ve güney bölgelerde yüzyıl sonunda sıcaklığın 3,5 – 6,5 derece arasında değişim göstererek rekor seviyelere ulaşacağını belirtiyorlar. Yine uzmanlara göre, Türkiye’nin iklim politikasındaki emisyon azaltımının 1,5 derece hedefine göre yenilenmesi ve Paris Anlaşması’nın ulusal katkı belgesinin güncellenerek onaylanması önem taşıyor.
Türkiye adını koymasa da iklim krizinin etkilerini farklı doğa olaylarıyla yaşamaya başlayan bir ülke. Son yıllarda yaz aylarında artan seller, iç bölgelerdeki kuraklık, aşırı sıcaklar ve son orman yangınlarıyla, konu herkes için daha görünür oldu. Geçtiğimiz hafta yaşanan orman yangınlarında, Manavgat’ta 56 bin 663, Marmaris’te 12 bin 935, Bodrum’da 11 bin 898, Köyceğiz’de 1629 ve Gündoğmuş’ta 685 olmak üzere toplam 83 bin 810 hektarlık alanın yandığı ve bunun Türkiye’nin en büyük yangın felaketi olarak kayıtlara geçtiği belirtiliyor. Karadeniz’de yaşanan son sellerle birlikte iklim krizi daha çok gündem edilmeye ve buna göre önlemler alınmasının gerekliliğine işaret edilmeye başlandı. Yangınlar sırasında; teknik açıklamalar yapan uzmanları hedef gösteren yayınlar yapan medya çalışanları dahi bunu zikretmeye başladı.
Afetlerin Sosyal Bağlamı ve Risk Yönetimi
Doğal afetler, sel, deprem, kuraklık gibi fizyolojik hareketler sonucu oluşsa da, afet kavramı genel itibariyle uzun zamandır sosyal bağlamlar içinde tartışılıyor. Çünkü bir doğa olayının afete dönüşüp dönüşmediği; risklerin azaltılması, doğayla uyumlu çözümler geliştirilmesi kadar etkilediği grupların baş etme kapasitesi ve kırılganlık durumuyla da ilişkili. Etkin bir risk yönetimiyle afetlerin yıkıcı etkilerinin azaltılması ve afet karşısındaki kırılganlığın giderilmesi mümkün. Bu da risklerin baştan öngörülmesi ve ona göre hazırlanılması demek.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye’nin afetlere yönelik stratejisini değiştirmesi gerektiğini uzun yıllardır yazılarıyla, kitaplarıyla, demeçleriyle gündeme getirmeye çalışan bir bilim insanı. “Türkiyenin kriz yönetiminden risk yönetimine geçmesi gerekiyor” diyen Kadıoğlu, devlet yöneticilerinin afetlerden sonra değil önce riskli bölgelere gidip, riski azaltma noktasında neler yapılabileceğini göz önüne alması gerektiğini yazıp duruyor sürekli. Afete başarıyla müdahale etmekle övünmek yerine afet oluşmadan risklerin önlenmesine işaret eden Kadıoğlu durumu şöyle ifade ediyor:
Modern afet yönetimi sisteminde, kayıp ve zarar azaltma, hazırlık, tahmin ve erken uyarı, afetler, etki analizi gibi afet öncesi korumaya yönelik olan çalışmalara ‘risk yönetimi ’ denilirken; müdahale, iyileştirme, yeniden yapılanma gibi afet sonrası düzeltmeye yönelik olarak yapılan çalışmalara ise ‘kriz yönetimi’ adı verilir. Risk yönetiminin ihmal edildiği yerlerde kriz yönetimi de başarılı olamaz. Hatta tek başına uygulanan kriz yönetimi, ‘keriz yönetim’ olarak bile adlandırılabilir! Maalesef, ülkemizde sadece ‘kriz merkezleri’ ve ‘kriz masaları’ bulunmakta; ‘risk merkezi’ veya ‘risk masası’ gibi bir şey ise düşünülmemekte…
Afet yönetimi genel itibariyle; risk ve zarar azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme olmak üzere dört ana bölümden oluşuyor. Son yaşadığımız orman yangınlarına afet yönetimi açısından baktığımızda, hayatiyet taşıyan risk azaltma ve hazırlık aşamalarının en başta ihmal edildiğini bugün hepimiz farkediyoruz. Sel için de böyle; evet iklim krizinin etkileri var, uzun yıllardır hiç görülmeyecek kadar büyüklükte yağışlar oluyor ancak karşılaştığımız yıkıcılığın doğal olaylarla değil; insan eliyle arttığını görmemiz gerekiyor.
Dere yataklarındaki yapılaşma, su döngüsünü bozan HES yapımı son yıllarda yaşanan sel felaketlerine rağmen sürdürülüyor. İklim krizinin oluşturacağı sonuçların nihayet farkediliyor olması; yeni afetler için hazırlıkların yapılacağı anlamına geliyor mu bilemiyoruz çünkü bu tartışmaların çoğu medyada yapıldı ve kurumların buna yönelik nasıl bir süreç geliştireceğiyle ilgili henüz tatmin edici bir gelişme göremedik.
Etkin Kararlar İçin Güçlü Yerelleşme Şart
Son orman yangınlarında; olası afetler için gerekli teknik ve insan kaynağının kontrol edilmeyişi merkezi hükümet kadar yerel yönetimlerin de zaafiyet gösterdiği bir konu olarak karşımıza çıktı. Başkanlık sisteminde hızlı karar alma sürecinin afetlere müdahalede etkinlik sağladığı söylenip duruyor; ama sahadaki koordinasyonsuzlukla, kararların merkezileşmesinin yereldeki karar alma mekanizmalarını işlevsizleştirdiğini gözlemledik.
Pandemi kararları gibi orman yangını da bize merkezileşmenin sorunları griftleştirdiğini, sorumluluk paylaşımı noktasındaki sıkıntılar sebebiyle yereldeki yöneticilerin karar alma noktasında geri durmasıyla bir yönetememe durumu yaşandığını gösterdi. Etkin karar alma; kamusal çıkarları siyasi ve ideolojik tutumlarının önünde tutabilecek yöneticiler, yereldeki mekanizmaların da merkezdeki gibi güçlendirildiği bölgesel koordinasyonlar, şeffaf ve denetlenebilir bir sistem ve bu aşamaları içselleştirecek bir toplumsallıkla mümkün.
Yangın sürecinde bunların tam tersi oldu, ne bilgi ne yönetim ne de koordinasyon konusunda bir netlik göremediğimiz gibi Van Depremi’nden bu yana deneyimlediğimiz merkezi-yerel yönetim arasındaki siyasi rekabet gerilimi bu kez de yaşandı. Kurumlar kadar toplum da her olayda olduğu gibi siyaseten ayrıştı ve dayanışma bu yönüyle azalmış oldu. Siyasi ve ideolojik kamplaşma ‘afetin siyaset üstü olduğu’ açıklamalarına rağmen afet çalışmalarına yansıdı. Yine aynı şekilde ilgililerin birbirlerine televizyon ekranlarından, sosyal medyadan seslendiği; krizin siyasi çıkışlarla ‘sorumluluk reddi’yle diğerine yüklendiğini gördük. Diğer bir sorun da afet sürecinde yereldeki çalışmaları baltalayacak şekilde yapılan üst düzey ziyaretler oldu; bu konu da yıllardır uzmanlar tarafından süreç yönetimine zarar veren bir durum olarak hep zikredildiği halde.
Sivil Toplum ve Afet Yönetimi
Afetlerin bir yönü de sivil toplum katılımıyla ilgili. Afet politikalarının başarısı, sivil toplumun tüm süreçlere etkin katılımını öngörüyor. Bu konuda yıllardır kamuyla birlikte çalışan kurumlar var. Elazığ Depremi’nden sonra, Ahbap, AKUT, İhtiyaç Haritası, Hayata Destek gibi gibi kurumların da içinde bulunduğu bir Afet Platformu kuruldu. Deprem özelinde, afete müdahale etme noktasında nispeten oturmuş bir sistem olduğunu söylemek mümkün. Buna rağmen İzmir Depremi’nde de bu konuda bazı aksaklıklar yaşandı.
Yangın, daha zor bir alan, müdahale ekipleri başta olmak üzere süreçteki tüm ekiplerin belirli bir eğitimi almış olmasını öngörüyor ki, gönüllü katılımının çalışmaları sabote etme noktasına gidebileceğini sosyal medyaya yansıyan paylaşımlarda da gördük. Krizlerin çözümünde şeffaflık önemliyken kamunun bu konuda oluşturduğu gizlilik hali ve gönüllüler noktasında aldığı kararlar sahada bir şeyler yapmak isteyenler için rahatsız ediciydi. Ancak yangın gibi bir konuda gönüllü çalışmaların koordinasyon içinde yapılması, özellikle de saha bölgesinde bireysel müdahalelerin kişiler için sakıncalı olabileceğini görüyoruz.
İhtiyaç Haritası’ndan Ali Ercan Özgür, afetlerde sivil dayanışmanın doğru kanalize edilmesinin önemine şöyle işaret ediyor:
Her afet kendine özgü bir süreç ortaya koyuyor. Bu sürece uygun pozisyon almak gerekiyor. Bu tür afet durumlarında kriz masalarının kurulması, buralarda kamu-sivil toplum iş birliğinde faaliyetlerin yürütülmesi gerekiyor. Kurumlar arasında daha çok iletişim kurulması gerekiyor. Kriz planı iyi anlatılmazsa, kamuoyuna bilgiler doğru iletilmezse, zaten hassas psikolojide olan vatandaşlar kendileri sorumluluk almaya başlıyor. Bu da vatandaşın hayatını riske atabiliyor.” Özgür, orman yangınlarını risk azaltma yönüyle değerlendirirken ise, öncül hazırlığın olmayışına vurgu yapıyor: “Burada kamu yatırımları açısından çok ciddi eksiklikler görüyoruz. Çok değerli bir turizm bölgesinde yangın ile ilgili hazırlıkların olmaması çok önemli bir eksiklik. Ayrıca bu tür turizm alanında yangın afeti yaşanması durumunda, risk haritası, risk planlaması ve risk senaryolarının olmaması, vatandaşların afet anında ne tür sorumluluklar üstleneceğinin planlanmaması önemli bir eksiklik. Bu yüzden her seferinde sorunları yeniden keşfetmek durumunda olan kurumlar görüyoruz.
İHH Afet Yöneticisi Emre Yerli de, afet yönetimi noktasında yerel koordinasyonun sağlanması ve süreçlerin yereldeki kurumlara, gönüllülere aktarılmasının önemine vurgu yapıyor. Afet bölgelerine gönderilen ayni yardımların kaynak ve emek israfına dönebildiğine vurgu yapan Yerli, şu tespitleri yapıyor:
Ulusal afetlerde, yerel koordinasyonun sağlanması, afet bölgesinde çalışmaları kolaylaştıracaktır. Binlerce gönüllü depolarda kıyafet, gıda ürünleri tasnif etmeye çalışmayacaktır. Binlerce m2’lik depolar tutulmasına gerek kalmayacaktır. Elazığ depreminde 3 büyük deponun bir tanesi sadece gelen kıyafetlerle doluydu. Diğer bir konuda ulusal afetleri yönetecek kadronun, bakanlıklar düzeyinde belirlenmesi ve yereldeki yöneticilerin usta-çırak ilişkisi içerisinde süreci öğrenmesidir. İlk 72 saat her afette çok hayati bir zaman dilimidir. Bu zaman diliminde afet tecrübesi olan bir kişi, hiç afet görmemiş ve birde afeti yaşayan kişilere göre daha sağlıklı ve pratik karar verebilecek ve işlerini yönetebilecektir Ayrıca tüm paydaşlar arasında ikili ilişkilere dayalı güven ve iş yapma kapasitesi öğrenileceği için daha nitelikli çalışmalar yapılabilir hale gelecektir.
Her gittikleri afet bölgesinde süreçleri bilmeyen kurum ve kişilerin STK katılımı noktasındaki engellemeleriyle karşılaşmanın ‘can sıkıcı’ olduğunu belirten Emre Yerli’nin afetlerde insani yardım çalışmalarının koordinasyonunun daha iyi yürütülebilmesi için çözüm önerileri şunlar:
Sorunun çözümü 81 ilin afete karşı aynı koordinasyonla yönetimiyle çözülebilir. Sadece afetin olduğu yerde koordinasyon kuruluyor. Oysa 81 ilde valilik koordinasyonunda o illerde gönderilecek malzemelerin tasnif edilerek bölgenin ihtiyacına göre peyderpey gönderilmesi gerekir. İlden malzemeler tırlara yüklenmeden ilde belirlenecek depolara toplanmalı ve burada son kullanım tarihi, kalitesi, temizliği kontrol edilip ayrılmalı ve kolilenmeli ve afet bölgesinin ihtiyacına göre sevk edilmesi gerekir.
Afetlere müdahalenin Türkiye Afet Müdahale Planı kapsamında yapıldığını da vurgulayan Yerli, STK’ların çalıştıkları alanlara göre oluşturulan çalışma ve destek çözüm gruplarına akredite olması gerektiğini ve bu sürecin de AFAD tarafından oluşturulduğuna da kaydediyor.