Sivil Topluma Baskı, Organize İşler İçin Geniş Alan

Belediyeler üzerinden gri pasaportla yapılan insan kaçakçılığıyla ilgili her gün yeni boyutlar ortaya çıkıyor. İlginç olan yasalarla, açıklamalarla, davalarla sivil toplum alanını daraltan iktidarın; paravan sivil toplum kuruluşlarının organize işlerine alan açmış olması. İçişleri Bakanlığı günler sonra bir açıklama yaparak Yeşilyurt Belediyesi’ndeki görevlilerin açığa alındığını duyururken, insan ticaretine aracılık yaptığı belirtilen belediyelerden Akçakiraz Başkanı Sebahattin Kaya: “Bir dostun hatırına böyle bir şey yaptık. Türkiye Cumhuriyeti’ne yük olacak insanlar gidiyor. Dedik buradan giderler, iş güç sahibi olurlar.” sözleriyle savundu kendisini.

Bu sözler aslında şimdiye kadar defalarca olduğu ortaya çıkan belediyeler eliyle yürütülmüş insan kaçakçılığı operasyonunun motivasyonunu ve niye kolaylıkla göz yumulduğunu ortaya koyuyor. İnsan hakları reformlarının, yeni reformların zikredildiği ortamın gerçek halinde; kişiye göre suç üretildiği; suç işlemiş kişilerin de çok kolay temize çıkarılabildiği durumlar var. Bu keyfiyet halinin sadece siyasi davalarda değil, kadın cinayetleri dahil adi suçlarda da yaşandığına, gücü olanların adalet mekanizmalarından kolaylıkla sıyrılabildiğine her seferinde yeniden şahit oluyoruz.

Belediyeler eliyle yapılan insan kaçakçılığı ortaya koydu ki; diplomatik krize neden olabilecek bu büyük skandal medyada gündem olmayana kadar ört bas edilmiş. Belediyele de ancak bu aşamadan sonra soruşturma açıldı. Muhalif belediyelere alelacele hazırlanmış siyasi gündemli soruşturmalarla kayyum atanırken; iktidar belediyelerinin insan kaçaklığına göz yumulup hatta bir de pasaport hizmetiyle alan açıldığını görüyoruz. OHAL’den bu yana pasaport konusunda çok ince elenip sık dokunulduğu halde insan kaçakçılığı yapan bu kurumlar, pasaporttan  diğer bürokratik işlemlere her şeyi kolayca halletmişler.

Prof. Dr. Evren Balta bu ikircikli tutumu Tedirginlik Çağı kitabı üzerine yaptığımız söyleşide şöyle anlatıyordu; “Avrupa’da popülist hareketlere baktığınızda o popülist hareketlerin yükselişi de bu istenmeyen grupları engellemek üzerinden gidiyor. Yani sınırları, göçmenlere, mültecilere kapatmak gibi. O noktada aslında hareket edebilenlerle hareket etmek zorunda kalanlar arasında hem yerel hem de küresel düzeyde ciddi bir gerilim var. Hareket edebilen ayrıcalıklı gruplara sınırları sonuna kadar açıyor. Örneğin mülk yoluyla vatandaşlık programları dünyanın yükselen eğilimi. Ya da ekonomik, kültürel, sosyal sermayeye sahip kişilere verilen vatandaşlıklar, biz buna olimpik vatandaşlık diyoruz literatürde. Yani parası olan, yeteneği olan, olimpiyatlarda hızlı koşan, makale yazan, sermaye sahibi insanlara şu an dünyanın hemen her yerinde kurumsal yollarla vatandaşlık imkânı açılmış durumda. Yani popülizm ne kadar yükselse de aslında devletler ikili bir vatandaşlık tanımı yapıyor. Bir arzu edilebilenler, iki arzu edilemeyenler.”

İstenen STK-Yerel Yönetim İşbirliği Bu Değil

Organize işlere dönersek, insan kaçakçılığında diğer bir aktör; bazı sivil toplum kuruluşları… Daha doğrusu kelimenin tam anlamıyla sözde sivil toplum kuruluşları… Yukarıda da belirttiğim gibi, iktidar, sivil toplum alanını yasalarla, denetimlerle, davalarla ve siyasi demeçlerle daraltırken; bizzat suça paravan olan kurumları göz ardı etmiş.  Yıllardır sivil toplum yerel yönetim işbirliğinin öneminden, toplumsal sorunlara getirebileceği çözümlerden söz ederken; detayları ortaya çıktıkça hepimizi şaşkınlığa boğan bu organize işlere atıfta bulunmuyorduk tabi.

Bürokratik imkanların seferber edildiği bu paravan sivil toplum-belediye işbirliği fotoğrafı, birilerinin alenî bir şekilde suç işleme imtiyazı kazandığının da göstergesi. Hem faaliyetleri hem de malî çalışmaları noktasında zaten denetim kapsamında olan sivil toplum için Kitle İmha Silahlarının Finansmanı gibi bir konu üzerinden getirilen ve haklı olarak ‘kayyım yasası’ olarak değerlendirilen alan daraltma çabalarının yanı başında oluyor bu imtiyaz.

Hatırlarsak geçtiğimiz mart ayında açıklanan insan hakları eylem planının kendisi AB fonları kullanarak projeler yürütürken, yine iktidara yakın sivil toplum kuruluşları için de bu sorun değilken, yurt dışından fon kullanmayla ilgili kriminal  faaliyet algısı oluşturan bir yönetimden söz ediyoruz.

Resmin Öteki Yüzü: Daraltılan Sivil Toplum Alanı

Sivil Sayfalar’ın hazırladığı Sivil Toplum ve Siyaset İlişkilerine Bakış raporunda; yurt dışından kaynak alan  sivil toplum kuruluşlarına yönelik oluşturulan algıların sivil toplum çalışanlarının “ajan, hain,..vb” etiketlenmelerine sebep olduğu belirtiliyor ve bu durumun yansımaları şöyle dile getiriliyor: “Bu sivil toplum kuruluşlarına aynı görüşte bile olsalar diğer sivil toplum kuruluşlarının, kamunun, muhalefetin -kısacası beraber çalışabilecekleri diğer aktörlerin- mesafelenmesine sebep olduğu ifade edildi. Bu etiketlemenin uluslararası fon alan sivil toplumun üzerinde baskı oluşturmak için de kullanıldığı yapılan görüşmede üzerinde durulan noktalardandı.

Avrupa Komisyonu’nun 2020 Türkiye Raporu’na göre Türkiye sivil toplumuna mali destek sağlayan uluslararası bağışçılar için hareket alanı giderek daralıyor. Gezi, Büyükada davalarının başlamasından sonra, bazı bağışçılar ofislerini kapattı. Uluslararası bağışçıların Türkiye’yi terk etmesi, kamu kaynaklarının dağıtılmasında şeffaflıktan uzak uygulamaların yaygınlık kazanması gibi gelişmeler göz önüne alındığında, Türkiye’nin çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dilli, çok inançlı ve çok mezhepli gerçeğinin bir yansıması olabilecek bir sivil toplum yapısından gün geçtikçe uzaklaştığını söyleyebiliriz ki bu da Türkiye’nin sadece birbirine benzeyenlerin birbirleriyle temas ettiği ve birbirlerini gördüğü, farklılıkların yaşam şansı bulamadığı tek sesli bir toplum olma riskiyle karşı karşıya olduğu anlamına geliyor.”

Aynı araştırmada yaşanan alan daralmasının ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik oluşturulan bu algılar ve açılan davaların hem sivil toplumun faaliyetlerini hem de alanda çalışanların motivasyonlarını etkilediği de kaydediliyor. Sivil alandaki daralmanın etkisini ortaya koyan rapora göre, etkisizleştirmeden herkes rahatsız. İktidardan muhalefete, tüm kesimlerden katılımcılar sivil toplumdaki daralmadan ve siyasetteki içe kapanmadan rahatsızlık duyuyor ve Türkiye’nin yaşadığı diğer siyasi krizlerle karşılaştırıldığında, hali hazırda yaşananın daha ağır bir süreç olduğunu söylüyor. Ortamın sivil toplumda nitelikli insan kaynağının var olmasının önünde engel oluşturduğu da belirtilen araştırmada, “Katılımcılar, sivil toplum çalışanlarının kendilerini güvende hissetmediklerini, sivil toplum örgütlerinde çalışmanın artık riskli meslekler arasında görüldüğünü, bunun sebep olduğu nitelikli işgücü eksikliğinin de sivil toplum örgütlerinin etkisizleşmesinde önemli bir pay sahibi olduğunu sık sık ifade ettiler. Yapılan görüşmelerde sivil toplumu etkisizleştiren dış unsurların başında ise artan baskılar ve korku iklimi geliyor. Sivil topluma açılan davalar ile istenen etkisizleştirmenin de amacına ulaştığı görüşü yaygın. “ tespitlerine yer veriliyor.

Türkiye’nin demokratikleşme çabalarına destek veren kurumlar için durum böyleyken, yerel yönetim ve sivil toplum alanını suç işleme imtiyazı için kullananlar içinse şartlar gayet rahat. O yüzden de Belediye Başkanı Selahattin Kaya, ‘Bana makul geldi. Burada Türkiye Cumhuriyeti’ne yük olacak insanlar gidiyor. Euro, altın ve dolar gönderiyor. Annesini babasını rahatlatıyor. Bir şeyin kârı zararından fazlaysa doğrudur, helaldir, hoştur. O mantıkla baktım.’ diyerek kenara kolaylıkla kenara çekilebiliyor.

Site Footer