Açlık Oyunları’nın Gölgesinde 10. Yıl

Geçtiğimiz yıllarda kendi kişisel tanıklığım üzerinden Hrant Dink cinayetinin ardından yaşadıklarımızı şu yazıyla dile getirmeye çalışmıştım. O yıl ‘Buradayız Ahparig’ çağrısıyla yapılıyordu 19 Ocak anması, bu yıl, ‘Özlüyoruz”la… Cinayetin altıncı yılıydı o zaman ve 19 Ocak anmasından döndükten bir iki saat sonra kayınvalidem vefat etmişti. Sonraki sene O’nun da sene-i devriyesi olunca anmaya ilk kez gidememiştim. Yıllar birbiri ardına geçti ve şimdi onuncu yılındayız. Agos’un, kendi penceresinden yansıyan konuşmalarla ilgili derlemesi bu on yılda neler yaşadığımızın bir özeti gibi. Aradan bir asır gibi geçmiş gibi geliyor bazen, bir yandan da her şey o kadar yakın. Yüzbinlerin birlikte yürümesiyle bu ülkede bir şeylerin değiştiğini düşünüyorken çok da bir şey değişmediğini acı tanıklıklarla görmek. Her yıl biraz daha azalarak, eksilerek… Ve en son da sırf siyasi ayrışma sebebiyle en yakın arkadaşını cinayet fotoğrafının içine dahil etme gibi bir çabayı gördük. Siyasi gibi görünen her tartışmanın aslında ne kadar kişisel, dava gibi görünen her şeyin ne kadar ikbal derdi olduğu giderek daha çabuk fark ediliyor.

Normal bir toplum için öyle kolay kolay atlatılmayacak bir on yıl yaşadık velhâsıl, öyle görünüyor ki yaşamaya devam edeceğiz. Birlikte yol yürüdüğümüz, yürüdüğümüzü sandığımız çok insanla yolumuz ayrıldı. Şairin dediği gibi, Şimdi ölüm bile yetmiyor acılarımızı tartmaya dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlar bir merhaba’yı bıçaklar gibi artık selamlaşmalar. Kimi bizzat isteyerek enstrümanı oldu siyasi çekişmelerin, kavgaların, rantların… Kimi hazır ortam oluşmuşken eski veya kişisel hesapları görmeye çalıştı. Kimi kapısının önünü süpürmektense ötekine çatmayı daha kullanışlı buldu. Kimi yangın kapısının önüne ulaşmadıkça; ses etmek zorunda hissetmedi kendisini. Kimileri her durumda zeytinyağı modundaydı ve hep haklıydı! Kimi her tarafı sisler kaplamışken ve o sisi bizzat yayanların içindeyken de güzelleme yapmaktan vazgeçmedi. Yol ayırma biçimlerinin kendisi de çok şey gösterdi.

Açlık Oyunları’ndaki gibi sahneler yaşanıyor sık sık. Dönüp dönüp filmin final bölümünü hatırlıyorum bugünlerde. Tam bitti derken, derdi ikbal olan iktidarı ele geçirdiğinde yeni açlık oyunları düzenlemeye kalkıyordu hani. Dava sahibine düşen ise, işi bittiğinde kenara çekilmek oluyordu. Açlık Oyunları’nı fantastik ve bilim kurgu filmlerinden farklı bir alana taşıyan, savaş, iktidar, devrim çekişmelerini bir genç kızın büyüme hikâyesinde etkileyici bir şekilde anlatmasıydı. Medyanın dönüştürücü gücünü de anlatan film, savaş ve ahlak üzerinden kadim bir tartışmayla başlıyordu. ‘Savaş ortamında ahlak aranmaz’ bakışıyla ‘savaşta da ahlak gözetilebileceği’ üzerine Katniss ile Gale’nin yaptığı tartışma aynı zamanda hayata bakış açılarını ve gelecekteki hallerini de ortaya koyuyordu.

Katniss’in büyüme hikâyesini aynı zamanda manevi bir yolculuk olarak yorumladım kendimce: Beşerden bişer olmaya doğru bir yolculuk. İktidar derdindekilerin kölesi olmadığı kadar, kendi acısının, öfkesinin rehinesi olmamayı da başaran bir özgürlük haliydi çizilen karakter ve bana Dink’i hatırlatmıştı. Onun sahiciliği gibi bir sahicilik lazım bize… Etyen Mahçupyan şöyle anlatmıştı O’nun bu özelliğini, ve bu ülkeden alınanı…

“Hrant öylesine sahici bir insandı, fikirlerini öylesine samimiyetle anlatır, duygularını öylesine içinden geldiği gibi paylaşırdı ki, dinleyenlerde söylediklerinin “doğru’ olduğuna dair yoğun bir sezgisel kabul yaratırdı. Bu kadar sahici ve sahici olduğu kadar akıllı, duyarlı ve sevgi dolu birinin kanaatinin sizinkinden daha değerli ve hakikate daha yakın olduğunu hissederdiniz. O noktadan sonra Hrant’ın söyledikleri veya savundukları da arka planda kalırdı. Çünkü şimdi karşınızda hamuru özel bir insan bütün heybetiyle durmaktaydı. Dolayısıyla, belki de asıl mesele bir anda böylesine ikonlaşma potansiyeline sahip bir insanın kendisini bir azınlık kimliğiyle sunması ve bunu iftiharla taşımasıydı. Eğer Hrant kalitesiz bir kişilik olsaydı, onu öldürmek için bir dürtü de belki duyulmayacaktı. Ama o varlığıyla, duruşuyla ve sahiciliğiyle hepimizi az veya çok ezdi. Keşke Türkiye Hrant’la aynı sahicilikte ama karşıt görüşlerde insanları kamusal alana çıkarabilse ve topluma bu tartışmadan geriye bir tek duygusal kaynaşmanın kendisi kalabilseydi. Olmadı ve Hrant yalnız kaldı. Yalnız kaldıkça da büyüdü. Ve büyüdükçe hazmedilemez hale geldi. Bu olayda katledilen bir insan değildi sadece, sahiciliğin kendisiydi.”

Hamaset ve tüketme çağında kimsenin sahicilik aradığı yok o ayrı tabii. Başımıza geleceği söyleyip de gitti Hrant Dink: “Başkaları da var ve başka çareniz yok. Ya birlikte yaşamayı öğreneceksiniz ya da birbirinizi tüketeceksiniz.”

Site Footer