“sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı”
Haydar Ergülen – İdiller Gazeli
İspanyolcada nar anlamına gelen Granada, ismiyle müsemma bir şehir. Bir tane gibi görünse de bin bir yüzü var. Hem doğu hem batı, hem hüzün hem coşku, hem acı hem mutluluk… Geçmişinde meydanlarında, dehlizlerinde ölümlerin, işkencelerin yaşandığı; sokaklarında, tepelerinde dünyanın en görkemli medeniyetinin izlerini taşıyan. Ve daha nice tezat hepsi iç içe. Haydar Ergülen’in bu şehri ‘gölgesine sığınılacak’ bir yer olarak görmesinin ve ‘ruhumun başkenti’ olarak tarif etmesinin nedeni de bu. Geçmişte olduğu gibi bugün de bir arada yaşayan farklı kültürler ve bunun gündelik hayatın her haline sinmesi.
Ne Garip Federico Adında Olmak
Lorca Federico Garcia
Can Yayınları
Albayzin, Granada’nın en görülmesi gereken mahallerinden biri. Avrupa’dan çok bozulmamış bir Anadolu kasabasını andırıyor. Beyaz, iki katlı evlerin olduğu tepe. Meydanın manzarasında, karlı yamaçlarıyla Sierra Nevada’nın eteklerinde Elhamra Sarayı var. Baharın ilk günleriydi gittiğimizde badem çiçekleri bu güzelliği daha da görünür kılıyordu. Güneş’in batışına yakın günün son ışıkları Elhamra’yı öyle belirginleştiriyor ve görkemli bir hale getiriyor ki elimi uzatsam değecekmiş gibi yakın kılıyor. Albayzin’in Dorro ırmağının kenarındaki Carrera del Darro Caddesi de ziyaret edilmesi gereken yerlerden. Girişinde, kulesinden eski bir cami minaresi olduğu anlaşılan Santa Ana Kilisesi ile başlayan caddenin her köşesinde, Albayzin sokaklarında, teraslarında çokça aşina olunduğu gibi, müzik yapan gruplar var. Irmağın çevresi, günün ilk saatlerinden gece yarılarına kadar Granadalıların buluşma mekânlarından.
“Guadalquivir ırmağı akar
portakallar, zeytinlikler arasında.
Granada’nm iki ırmağı
iner kardan buğdaya.
Ah, aşk
gitti gelmez bir daha.”
Lorca / Üç ırmağın küçük baladı
Haydar Ergülen için Granada’yı farklı kılan kuşkusuz ressam, şair, yazar, müzisyen Federico Garcia Lorca’nın şehri olması. Granada’nın hüzünlü tarihi, Lorca’nın hayat öyküsünde bir kez daha canlanır. Şiirlerinde sadece Endülüs’ün şehirlerini, ırmaklarını, sokaklarını, dağını, taşını, portakal, zeytin ağaçlarını anlatmaz; aynı zamanda insanların yaşadıklarını ve kıyısında oldukları iç savaşın izlerini de yansıtır. Ve kendisi de iç savaşın kurbanlarından biri olarak Franco taraftarlarınca Granada’da asılarak öldürülür. Asıldığı yer olan Alfacar’daki zeytin ağaçlarına, hayranları; şiirlerinden dizelerin olduğu kâğıtlar asıyor. Fuento Vaqueros kasabasındaki doğduğu ev müzeye çevrilmiş, kişisel eşyalarının büyük kısmı burada sergileniyor. Hayatının bir bölümünü geçirdiği Huerta’daki ev de yine ziyaretçilere açılmış durumda.
Elhamra ve Endülüs’e ağıt…İşlek yolların güzergâhında olmayan Gradana’ya her yıl milyonlarca insanın yolunu düşüren sebep ise kuşkusuz Elhamra Sarayı. Endülüs Medeniyeti’nin hem de yıkılma dönemlerinde yapılan ve görkemini, estetiğini bugün de koruyan saray aynı zamanda birbirinden farklı yapıların yer aldığı bir kale. Nasiri sultanlarından Muhammed bin Ahmer zamanında 1232 yılında yapımına başlanan Elhamra, aynı hanedanın diğer sultanları Elhamra III. Ebu Abdullah Muhammed, I. Ebul Haccac Yusuf, V. Muhammed tarafından yapılan ilavelerle bir saray şehir olmuş. Sarayın en ayrık düşen yapısı ise kuşkusuz içerideki yapıların bir kısmının yıkılmasıyla yapılan V. Carlos Sarayı. Kalem işlerinden ahşap oymalarına, seramik desenlerden hat işlemelerine kadar İslam sanatının en güzel örneklerinin matematiksel bir uyum ve estetik içinde birbiri ardına açılan odalarda yer aldığı Nasiri sarayları gerçekten büyüleyici. Duvarlara kazınan şiirler, ayetler, hadisler ve her yerde insanı karşılayan ‘Ve lâ galibe illallah’ ibaresi. Su ve kuş seslerinin birbirine geçtiği; portakal, defne, gül ağaçları dolu avlular. Bugünün General Life’si olan Cennet-ül arif… Pencerelerde beyaz evleriyle Albayzin manzarası. Kaleden saraya, saraydan evsizlerin kaldığı bir mekâna, oradan da müzeye dönüştürülen Elhamra’nın tarihi Endülüs’ün tarihi ve ağıtıdır bir bakıma.
Amin Maalouf, Afrikalı Leo’nun ilk bölümünde Granada’nın düşüşünde yaşananları bir ailenin öyküsü üzerinden anlatır. Sarayda şehrin İsabel ve Ferdinand’a savaşmadan verilmesi tartışmalarıyla ilgili bölüm etkileyicidir: “Fernando’ya sunmak istediğiniz altın bir mumluk, ne bir onur kalfası ne de 15 yaşında bir köle kız. Fernando’ya sunmak istediğiniz bir kenttir. Ozanın:
“Eşin benzerin yok Granada
Ne Mısır’da ne Suriye’de, ne Irak’ta
Bir gelinsin sen
Bu topraklar da çeyizin”
Diye yazdığı kent. Sayın Vezir, Fernando’ya sunmak istediğiniz güzeller güzeli, harikalar harikası Elhamra Sarayı. Çevrenize bir bakının kardeşlerim, gözlerinizi yavaşça gezdirin ve babalarımızın, dedelerimizin, az bulunur güzel bir mücevher gibi oymalarla süslediği bu odaya bir bakın. Bir daha belki adım atamayacağınız ya da ancak köle olarak görebileceğiniz bu odayı belleklerinize kazıyın ki ileride anımsayabilesiniz.”
Üzgün Kediler Gazeli
Haydar Ergülen
Kırmızı Kedi
Romanda geçen bu sahnenin gerçeklikle uyan bir bağı vardır. XI. Muhammed, Gırnata’nın ileri gelenleri ile Elhamra Sarayı’nda, I. Ferdinand tarafından gönderilen teslim anlaşmasını tartışmak için bir toplantı düzenler. Eşrafın çoğunun yıkım olmaması, halkın katliama uğramaması için anlaşmanın kabul edilmesiyle ilgili görüşlerine katılmayan kişilerden biri ordu komutanlarından Musa bin Ebu’l-Gazan olur. Gazan’ın Ferdinand ve İsabel’e güvenilmemesi gerektiği düşüncesi haklı çıkar. Anlaşmanın üzerinden üç yıl geçmeden şehrin yapıları da insanları da büyük bir zulme uğrar. Hristiyan olmayanların payına ölüm, işkence, sürgün düşer. Napolyon’un İspanya’yı işgali sırasında yakılmaktan bir askerin insafıyla kurtulan Elhamra, sonrasında uzun yıllar kimsesizlerin barındığı bir yer olur. Bu eşsiz kompleksi müzeye götüren süreç Amerikalı yazar Washington Irving’in, sarayda yaşadığı yıllarda yazdığı kitaplarla başlıyor. Hayri ironik de olan bu hikâye aslında başlı başına bir yazı konusu.