“Marmaray’dan Amara’ya Dilsiz Şeytan Olmamak”

Suruç’taki saldırıda hayatını kaybeden gençlerden Ece Dinç ile ilgili PYD saflarında mermi dolduran bir kadın savaşçının fotoğrafı üzerinden kötücül bir kampanya yürütülürken geldi aşağıdaki yazı mailime. Beni çok etkiledi bu tanıklık.. Sosyal medyadan savaş körüklemek, düşmanlık üretmek çok kolay; oysa aşındırmaya çalıştığımız hepimizin içinde olduğu bir gemi. Ve bu gemide bazen olmadık bir yerde karşılaşıyoruz. Bazen bu karşılaşmaların farkında oluyoruz, bazen olmuyoruz bile. Farkında olanlar kadar olmadıklarımız da tanık kılıyor bizi hayata… Kobaneli çocuklar için yola çıkan ve korkunç bir saldırının kurbanı olan bu gençlerle ilgili takınılan tavır; Mavi Marmara etrafında dönen tartışmaları da hatırlarsak tam bir kınadığının başına gelme durumuydu bazıları için. Fatma Barbarosoğlu “yaraları sarmaya giden gençlerin katledilişi bize ne söyler?” başlıklı yazısında bunu çok güzel anlatmıştı. İsmi bende saklı olan genç; bütün bu tartışmaları da hatırlatarak Ece’ye tanıklığını yazmış… “andımız olsun iyilerden olacağız, adillerden olacağız, adalet arayacağız.” sözünü yükselten gençlerin artması dileğiyle paylaşıyorum.

Ece’ye Ağıt – Marmaray’dan Amara’ya Dilsiz Şeytan Olmamak 

Bundan aylar önce bir Cumartesi sabahıydı.  Marmaray’ın Ayrılıkçeşmesi istasyonunda tren bekliyordum, Pazar hariç her gün yaptığım gibi. Beklerken ters yönden gelip, duran trenden inen modern görünümlü bir çift tartışmaya başladı ve bir anda adam kadına tokat atıp, iterek yere düşürdü. Biraz da refleks olarak çantamı yere bırakıp “hey, napıyorsun sen!” diye bağırdım. Kadının ‘güvenlik’’ diye bağırması ve şikayetçi olduğunu belirtmesi üzerine olayı provoke etmemek açısından üzerlerine yürümeden bulunduğum noktada onları izlemeye devam ettim.

Özel güvenlik görevlileri gelene kadar aralarında tartışma biraz daha devam etti. Bu esnada çevredeki insanların duyarsızlıkları beni hiç şaşırtmadı. Türkiye halklarına olan inancımı kaybettiğimden olsa gerek. Güvenliklerin gelmesiyle beraber şikayetçi olunması sebebiyle karakola gidileceği söylendiğinde adam etrafa saldırmaya başladı. Bir yandan da “ben belediye başkanı çocuğuyum, tıp fakültesi öğrencisiyim” diye bağırıyordu. Kadının da “ben de hukuk fakültesindeyim” dediğini hatırlıyorum absürd bir şekilde. 

Bu sırada bir süredir yanımda duran genç bir kadının hareketlendiğini ve şiddet uygulayan adamın üzerine yürüdüğünü gördüm. Ani bir hareketle iki elimle iki bileğini tuttum ve “lütfen, onun istediği tam olarak bu, yapma, lütfen!” dedim ve cevap olarak adama yönelttiği öfkeyi gözleriyle bana yansıtarak “tamam” dedi  genç kadın. Sanıyorum yeni geldiğinden vakanın şiddet kısmını görmemişti ve esas olarak hemcinsine erkek arkadaşınca edilen galiz küfürlerle tehditler, onu harekete geçirmişti. Benim de bugüne kadar sadece edebiyat eserlerinde gördüğüm küfürlerdi bir kısmı.

Adeta bir film setinin sahnesindeydik. Etraftakilerin de çoğu gelen trene binmiş ve yollarına devam etmişlerdi, herkesin işi, güçü vardı ne de olsa; biz kalan dört-beş kişiden ikisiydik. Güvenlikçilerin sayısı arttı. Adam güvenlik memurlarına saldırmaya çalışıyordu ve onlar da fırsatını bulmuşken şiddet uygulamaya başlamışlardı. Bu durumu görünce şiddete maruz kalan kadın dayanamayıp sinir krizine giren erkek arkadaşına destek olmak için şikayetini geri aldığını söyledi. Çiftin bu dramatik ilişkisi sahneyi daha da mizansenleştiriyordu. Şiddete uğrayan kadın bu sefer, “bırakın arkadaşımı” diye feryat ediyordu belki de sonrasında başına geleceklerden korktuğundan.

Son gördüğüm kare, güvenlikçilerden sevgilisini alabilmek adına kendini kaybetmiş bir şekilde ‘şikayetimi geri çektim ‘deyip vurmaya çalışan kadının çaresizliğiydi. Tutup durdurduğum genç kadınla tekrar bakıştığımızda çantasında Paramaz’ın rozetinin takılı olduğunu gördüm. Paramaz Kızılbaş, Ermeni olmadığı halde Paramaz, Alevi olmadığı halde Kızılbaş kod adını alan Türkiyeli bir devrimci. Rojava’da IŞİD’e karşı savaşırken hayatını kaybeden bir üniversiteli, gerçek adı Suphi Nejat Ağırnaslı. Aynı üniversitede olduğumuz için birkaç kez gördüğümü hatırlıyorum bir tanışıklığımız olmasa da kendisiyle.

  ESP-Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nde siyaset yapmış bir isim. Ölümü ardından yazdıklarına tekrar bakıp daha yakından tanımıştım Suphi’yi veya Paramaz’ı. Tartışmayı izlerken kaçırdığımız trenin ardından gelen yeni trene bindik beraberce, bizden önce insanlar yer kapma telaşesiyle çoktan hareketlenip koltukları doldurdukları için yakınlarda tek bir boş yer vardı ve onun oturmasını bekledim. Rozeti taşıdığını gördüğümden muhabbet açmak için biraz da, “tanıyor muydun Paramaz’ı” diye sordum, “yoldaşımdı” diye cevap aldım sert bakışlarıyla beraber. “Allah rahmet eylesin” diyebildim ve aslında tanık olduğumuz şiddet sahnesini ve Paramaz’ı, Rojava’yı nasıl yorumladığını sorma cesaretini bulamadım kendimde, ısrarcı olmadım sohbet etmek için bu da bir çeşit taciz olacağı için. O kitabını okumaya başladı bense çantamdan çıkardığım dergiyi.

Geçtiğimiz günlerde Suruç’ta bir katliam yaşandı. Katliamda çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu en az 31 genci öldürdü bir cani. Katledilenler ESP’nin gençlik yapılanması olan SGDF-Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndandı. Bu gençler hiç kuşkusuz bir dava ve inanç merkezli yola çıkmışlardı Suruç’a doğru ve Kobani’de insani yardım kapsamlı bir program yapacaklardı. Aralarında MLKP militanı olmak isteyenlerin bulunması ihtimali dahi bu girişimin sivilliğini ortadan kaldırmıyor. ESP ve SGDF, Türk(iye) solunda 28 Şubat’tan itibaren Müslümanlar ile dayanışma gösterebilmiş nadir yapıların başında geliyor, devletin zulmü karşısında hakkaniyetli durdukları anlara tanıklık ederim. En son 2011 seçimleri öncesi “başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyasına karşı çıkan iktidar taraftarlarını, o dönemde ESP’nin türban değil başörtüsü terimini de kullanarak başörtülü kadınlara her alanda özgürlük istekleriyle beraber hatırlayınca üzüntüm katlanarak arttı SGDF’liere.

Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde toplananlar da gördükleri haksızlık karşısında susmak istemeyen bir gruptu. İyilik götürmek istedikleri coğrafyada bilhassa çocuklar için gerçekleştirecekleri rehabilitasyon çalışmaları kapsamında orada bulunan tıp, psikoloji öğrencileri de çoktu aralarında. Oyuncaklar dağıtıp oyun parkları da inşa edeceklerdi Kobani’de, davaları kapsamında başka faaliyetleri yapmaya da hakları olduğunu söylemek bile lüzumsuz.

HDP’li bir Parti Meclisi üyesi de patlamada katledildiği halde “o partiden hiçbir vekil yoktu” gibi kaçışlar böyle bir intihar bombacısının olduğu yerde hükümetin ve devletin olmadığı anlamına gelir. Demokratik eylemlere katılan herkes bilir ki bu gibi toplantılar sırasında çok sayıda sivil ve resmi polis de yakınlarda olur. Bir kıyas yapmıyorum IŞİD’e MLKP’ce düzenlenen canlı bomba eylemiyle Suruç’taki sivil katliamının eşitlendiği, mantık kaidelerinin tümüyle ortadan kalktığı bu topraklarda ve bu günlerde. 

Ölenler arasında Mehveş Evin’in 22 Temmuz tarihli köşesinde bahsettiği Fikriye Ece Dinç de vardı. Orada İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğu yazıyordu. İnternet nüshasında renksiz küçük bir fotoğrafı vardı Ece’nin. Aynı gün ailesinin basın istemediği cenaze töreninde gerginlik olduğu haberinin başlığını da görmüştüm. Ertesi gün çıkan Ece’nin mezarına gece bir grubun gelip mezarlığın üzerindeki tülbentin ve bayrağın yakıldığı içerikli bir haberde bir kez daha gördüm Ece’nin fotoğrafını, bu sefer renkli ve gülen büyük bir fotoğrafıydı. Evet o genç kadın aylar önce kadına şiddet gibi başka bir haksızlığa karşı susmayan kadındı. Kısa da olsa yollarımızın kesiştiği ve hatıralarımızda yer tutan biri ölünce acı daha da artmıyor belki ama şekil değiştiriyor. O anları tekrar yaşayıp hüzünlendim ama Ece artık yaşamıyor! Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu Düzceli 20 yaşında bir fidan olan Ece siyasal faaliyetleri yanında kaldığı öğrenci evinde geçen yıl istediği yere yerleşemeyince bu yıl tekrar hazırlanmış ve İstanbul’da hukuk veya siyaset bilimi okuyacakmış, bu doğrultuda yapmış tercihlerini. Yeni açıklanan sonuçlarla da gördük İstanbul’da siyaset bilimini kazanmış ama kaybetmiş durumda hayatını şu an, ne denir ki Allah’ın rahmetini dilemekten başka. Allah Ece ve bu merhametli arkadaşlarına mağfiretiyle muamele etsin, yaralılara şifa versin. Yakınlarına ve bize de sabır versin, sabrın esasında direniş ve isyan anlamına geldiğinin bilincinde olarak. Sabrı pasif bir kabulleniş ve rıza olarak kabul etmeyenlerden eylesin.

Manipülasyon ve psikolojik harp tekniklerini zamanında kendilerine uygulandığı için çok iyi bilen bir kısım medya, ailesinin cenaze törenine bayrak-flama istememesini ve Ece’ye ait olduğu “iddia edilen“ mermilerle çekilmiş fotoğrafını piyasaya sürerek üzülmemelerini telkin ediyor kitlelerine, tıpkı Berkin’de olduğu gibi ne değişecekse. 

Şiddetin şiddeti doğurduğu, beslediği ve büyüttüğü bu bataklıkta bizler temel bir ilke olarak savaşın kötülüklerle dolu bir süreç olduğunu fark ettiğimiz günlere gözümüzü açalım. Kötülüğün sıradanlaştığı ve örgütlü hale geldiği bu zaman aralığında ve mekan kesitinde PYD ve MLKP’nin hatalarına rağmen IŞİD’le kıyaslanmanın ayıp kaçacağı kadar başka dünyaların örgütleri olduklarının idrak ve kimilerince itiraf edilmesi lazım. Yani “PYD IŞİD’den daha tehlikeli” diyenlerin utanması gerektiğini hatırlatalım. Evet, Ece de ESP ve HDP’nin Kadıköy ilçe üyelerindendi.  İnandığı değerler uğruna katledildi. Suriye sınırları içerisine doğrudan taşınan bir savaşın insani maliyetinin altından kimse kalkamayacakken iç siyasete fazlasıyla malzeme oldu bu ve devamında gelen ölümler. 

Beraber yaşamak için her konuda ortaklaşmak, görüşlerin birbirine yakın olması gerekmiyor. Varlığımızı tehdit olarak görmeyen herkesle insanlık kardeşliğinde buluşamadıktan sonra yaşam tam da böyle içinde bulunduğumuz gibi çekilmez hale geliyor. Her gün Marmaray istasyonunda duruşuna ve özgürlük düşüne saygı gösterdiğim Ece ve arkadaşlarına Fatiha okumak ahdım olsun, Amara’yı unutturmamak ve gönüllerde yaşatmak borcum olsun.

 Zalimlere karşı gülen o aydınlık yüzüne inat iyi olmayacağız, olamayacağız Ece. Belki zulümlerin hesabını soramayacağız çünkü iyi değiliz hiç ama andımız olsun iyilerden olacağız, adillerden olacağız, adalet arayacağız. 

“Ölüm toplasa da çiçekleri, çiçekte tohum biter mi?” sorusu kenarda dursun, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan olmamak duasıyla…  

Site Footer