Siyasi manevralar, dönüşümler, söylem değişiklikleri pek de yabancı olduğumuz bir durum değil. Hızlı transferlerinden sebep ‘fırıldak’ lakaplarıyla anılan vekillerimiz de oldu, siyasi söylemlerinin değişiminin hızına ulaşamadıklarımız da. Demirel, ‘Dün dündür bugün bugündür” cümlesiyle bu duruma gayet güzel bir kılıf da bulmuştu.
Ancak son zamanlarda ‘fırıldak’lığı aştığı halde hayli makbul olan bir siyasi tavırla karşı karşıyayız. Kişiye epey konforlu bir hayat sağlayan bu durumu ‘siyasi hidayet’ olarak kavramlaştırmak mümkün. Hayatını, yaşayış biçimini hiç değiştirmeden, söylemini muhafazakâr bir dile yaslayan, içinde yaşadığı çevreye sık sık çatarak kendine maddi bir alan açan bir hidayet biçimi. Gündeme göre iktidarın mağduriyet veya mağruriyet noktalarına sık sık vurgu yapan bir söylemle varlığını sağlamlaştıran bir durum. Bazen olanı tevil etme bazen sofistike bir altlık oluşturma, bazen öznesiz eleştirilerle yön saptırma. Daha çok medyada olanları göze çarpsa da aslında: bürokrasiden, akademiye, sanatçılardan, iş dünyasına her kesimden örnekleri var.
Siyasi hidayetçiler kendi aralarında farklılıklar arzediyor. Birinci grup, dün söylediklerinin bugün tam tersini söyleyenler. Tek değişmeyen ise; yüklenirken de abartılıydı söylemleri şimdi överken de abartılılar. Otoriterleşme bu kadar görünür olmadan ‘şiddet söylemini meşrulaştırıyor”, ‘diktatörlük isteği var’ vurgusu yaparken; bugün bunun emareleri artmışken ‘otoriterliğin halkın ve siyasi temsilcilerinin talebi olduğunu’ ve gerekli olduğunu dillendiriyorlar. Bu siyasi hidayet modelinde her şey yazılan gazeteye, hitap edilen piyasaya göre değişir; değişmeyen yukarıda da bahsettiğim gibi ‘radikalliktir’.
İkinci grup; yıllarca hiç suya sabuna dokunmadan yaşayıp giderken, Ahmet Kaya’nın dizeleriyle söyleyecek olursak‘onca haksızlık, insafsızlık’ yaşanılırken hiç görmeyenlerin bugünlerde, egemen olan siyasi bakışla memleket meselelerine eğilen tutumları. ‘Bu siyasi hidayet modeli iyiymiş bak işte ne güzel bencilliği bırakmışlar’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama bu durumda sorunlu olan ‘özeleştiri’ yapılmadan bunun yapılması, ve dün içinde bulundukları durumu bugün sürdürenlere karşı konumlanan üstenci pozisyonları. Ve tabi bu dönüşlerinin kavram haliyle kullanırsak siyasi hidayetlerinin tek sebebi şu an suya sabuna dokunurlarsa; kendilerine alan açılmayacağını fark etmiş olmaları. Bu gruptakilerin bir mahallede yaşarken de orayı terk ederken de hep kazanan olmayı başardıklarını da vurgulayalım.
Örnekler uzatılabilir, ancak her dönem itibar gören ve moda tabirle en çok kazandıran siyasi hidayet modeline de değinerek bu bahsi kapatayım. Bu modelin en büyük özelliği; yaşananlara ait büyük resmi muğlaklaştırıp, küçük resmi ise sanki tek resimmiş gibi göstermeleridir. Yaşanan olayın farklı açılarını bildikleri halde, o dönemki konumlanmalarına göre, eksiltip veya çoğaltıp, ‘kullanışlı’ olan argümanı tek ve büyük resimmiş gibi aktarırlar hep.
Döneme göre PKK ne yaptıysa haklı (çünkü sonuç, çünkü sosyolojisi var) döneme göre devlet ne yaptıysa haklı (çünkü demokratikleşti, çünkü darbe var) döneme göre (güçlüyken) cemaat ne yaptıysa haklı. Bir dönem sadece solun sesini duyarlar, bir dönem sadece İslamcıların. Güç kimdeyse rüzgar oradan eser haliyle. İnsanların anlık öfkelerine, karşı mahalleye gol atma isteklerine, siyasi kamplaşmalarına hoş gelecek argümanları üretmek konusunda maharetleri geniştir.
28 Şubat’ın aktörlerinin, yürütücülerinin asistanlarının bugünün aktörleri olmasıyla, siyasi hidayetin iktidarların teşvikiyle artan bir alan olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Unutulmaması gereken; siyasi hidayetin sürekliliği ve bumerang etkisidir.