Çözüm sürecinin akıbetini netleştireceği vurgulanan Nevruz mektubu bugün açıklanacak.
Tarafların ağır ilerlemesinin sorumluluğunu ötekine yüklediği bir yıllık sürecin muhasebesinin doğru biçimde yapılması, yol haritasının sağlıklı işleyişi konusunda hayatiyet taşıyor. Bu anlamda, geçtiğimiz salı günü Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde düzenlenen ‘çözüm süreci ve demokrasi’ paneli bu önemli görevi üstlenmesi bakımından önemliydi. Öğrencilerin düzenlediği, moderatörlüğünü Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem’in yaptığı panelin konuşmacıları Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici ve Diyarbakır Mazlumder’den Reha Ruhavioğlu bir yılın değerlendirmesini yaparken atılması gereken adımları da bütün açıklığıyla ortaya koydu. Panele gösterilen yoğun katılım; sürece olan hassasiyeti göstermesi bakımından önemliydi. Toplantının bütününe damgasını vuran en önemli konu; Kürtlerin anadilde eğitimin gerekliliği ve bunun temel insan hakkı olarak pazarlıksız kabulü konusunda ortaklaşmasıydı. Fazıl Hüsnü Erdem, Kürtlere yönelik asimilasyonun sona ermesinin şartının; dil ve kültürünü devam ettirebilecek şekilde anadilde eğitim yapılması olduğunu; Kürtçe konuşamayan bir Kürt olarak yaşadığı üzüntüsünü paylaşarak vurguladı.
Baro Başkanı Tahir Elçi, konuşmasında yargının son günlerdeki Kürtlere yönelik çifte standart uygulamalarını eleştirdi. “Dağa çıkabilirler” gibi hukuki olmayan ‘sokak ağzı’ bir gerekçeyle KCK tutukluluklarının sürdüğünü hatırlatan Elçi, “Hep soruyorlar Kürtler ne istiyor? Kürtler adalet istiyor. Adalet mekanizması çifte standartlı davranmasın istiyor.” diye konuştu.
Toplantının en karamsar konuşmacısı Raci Bilici oldu.
Bir yıllık süreçte; PKK’lıların çekildiğini ancak güvenlik güçlerinin azaltılmadığını, yeni korucu kadrolarının oluşturulduğunu, kalekol yapımına hız verildiğini anlatan Bilici, 2013 yılında 11 bin hak ihlali tespit ettiklerini dile getirdi. Cezaevindeki hasta tutukluların durumuna da değinen Bilici, tahliyeler için adli tıp raporlarının yeterli gelmediğini, bu raporun savcılık tarafından Terörle Mücadele Şubesi’ne sorulduğunu ve oradan da insanlık onurunu zedeleyici cevapların geldiğini anlattı. Bilici, bu tutukluluklardan biri olan Ramazan Özalp’in durumunu şöyle anlattı: “Ramazan Özalp serumla besleniyor cezaevinde, adli tıp, hakkında ‘hayati tehlikesi var, tahliye edilmelidir’ raporu veriyor. Ancak savcılık ‘bu kişi çıkarsa ailesi sevinecek, böylece örgüt propagandasına dönüşür, tehlikelidir, o yüzden salıverilmemelidir’ diyerek tahliye kararı vermiyor.”
Bu gerekçeyle tahliye edilmeyen bir başka hasta tutuklu Halil Güneş’e yapılan insanlık dışı muameleyi önceki gün köşesine taşıyan Etyen Mahçupyan, bu kararların yargının adalet değil ayrımcılık müessesesi olarak işlev gördüğünün ortaya çıktığını belirterek, “İnsanlık ve vicdanın ise ideolojik bir perdenin ardında yitip gittiğini gösteriyor.” tespitinde bulunuyor haklı olarak. Sadece hasta tutuklular konusunda değil, tüm KCK tutuklamalarında adaleti zedeleyici durumlar yaşanıyor. Dört yıldır cezaevinde bulunan İHD Diyarbakır eski Başkanı Muharrem Erbey’in tutukluluğunun hiçbir gerekçesinin olmadığını belirten Raci Bilici, “Bu okulda öğrendiğiniz hukuk bilgilerini genel kültür olarak okuyun. Çünkü burada öğrendiğiniz hukuk, konu Kürtler olunca uygulanmıyor. İdeolojik yaklaşım adaletin önüne geçiyor.” diye konuştu. Erbey’den söz açılmışken tutukluluğunun ikinci yılında yazdığı bir yazıdaki şu bölümü hatırlatmadan geçemedim: “Keşke insana, hayatın ne kadar güzel olduğunu cezaevi öğretmeseydi. Oğlum Robin (10) ve Rober (5) ‘Baba, burada ne zaman işin bitecek? Evet kaç zaman sonra geleceksin?” diyorlar. “Az kaldı,” diyorum, “az kaldı.” Aslında ben de bilmiyorum ne kadar işimiz var. Bizleri burada tutan zihniyete soruyorum: “Özgürlüğe, barışa kaç zaman var?”
Çözüm sürecinin değerlendirildiği toplantıya dönersek; Raci Bilici’nin umutsuz konuşması üzerine değerlendirmelerde bulunan Fazıl Hüsnü Erdem, bardağın dolu tarafına bakılması gerektiğini, bir yıllık süreçte atılan adımların yeterli olmadığını ancak yok sayılamayacak kadar da önemli olduğunu dile getirdi. Erdem, devlet aklının kolay değişmediğini ancak sürecin en önemli yanının barışın hükümet değil devlet projesi olarak kabul edildiğini belirtti. Öcalan’ın muhataplığının devlet düzeyinde kabul edilmesi, geri çekilmelerde önceki yılların aksine ölümlerin yaşanmamasını, Akil İnsanlar Heyeti’nin ve ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ tabelalarının kaldırılmasının bir yıllık sürecin en önemli kazanımları olduğunu belirten Erdem, “Atılan adımları önemseyip atılmayanlar için siyaset yapılmalıdır; süreç böyle devam eder.” diye konuştu.
Erdem, sürecin adımı olarak tartışılan özerklik meselesinin anadilde eğitim gibi insanî bir gereklilik değil, siyasi bir durum olduğunu belirterek; bu konuda sadece Kürtler arasında değil Kürt hareketi arasında bile ortaklaşma olmadığını vurguladı. Erdem’in özerklik, bölgesel yönetim konularının tüm yönleriyle değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamasını anlamlı buldum. Çünkü bu konuda hem Kürtler arasındaki çeşitliliği hem de coğrafyada yaşayan diğer halkların varlığını tehdit etmeyecek başka bir deyişle toplumu zehirlemeyecek bir sistem inşası şart.
Mazlumder’den Reha Ruhavioğlu da konuşmasında süreçle birlikte Kürtlerin farklı kesimlerinin de hak ve taleplerini daha yüksek sesle dile getirebildiğini belirterek, “Örneğin AK Parti tabanı daha rahat ve daha açıktan anadil gibi meseleleri konuşmaya başladı. Bu anlamda sürecin Kürtleri öncekinden daha fazla noktada ortaklaştırdığı söylenebilir.” diye konuştu. Son aylardaki hükümet-Cemaat kavgasının süreci aksattığını da vurgulayan Ruhavioğlu, hükümetin KCK tutuklamalarında yargının uygulamalarını vaktiyle desteklediğini ve bu konudaki sorumluluğunu göz ardı etmeden tahliyeler konusunda yaşanan çifte standart uygulamalarına HSYK aracılığıyla müdahale etmesi gerektiğini söyledi. IRA görüşmelerinin önemli aktörlerinden Jonathan Powell’in ‘Her şey tamam dedikten ancak 10-15 yıl sonra’ meselenin tamamen çözüldüğüyle ilgili sözlerini hatırlatan Ruhavioğlu, barış sürecinin sanıldığından daha uzun sürebileceğini ve buna hazırlıklı olunması gerektiğini hatırlattı. Öcalan’ın mektubunda süreçle ilgili KCK ve Karayılan gibi keskin bir açıklama yapmayacağına inandığını belirten Ruhavioğlu, tarafların seçimlerden sonra yaşanan tıkanıklığın çözümü için daha gayretli bir tutum içine girmesi gerektiğini de kaydetti. Konuşmaların ardından salonu dolduran öğrencilerin sorularında sürecin devam etmemesiyle ilgili kaygılar çoğunluktaydı. Tüm eleştiri ve tepkilerine rağmen herkesin sürecin devamından yana olduğu hissediliyordu. Seçim meydanlarında süreçten önceki dile yavaş yavaş dönen tarafların ve kendi hak mücadelesini Kürtlerin mücadelesinin karşıtlığı üzerine kuranların gençlerin bu tedirginliğine kulak vererek; barışın hayatiyetinin tüm siyasetlerin üstünde olduğunu unutmaması gerekiyor.