Hz. Adem’den, Peygamber Efendimiz’e kadar birçok peygamberin hayatından izler taşımasıyla manevi güzelliği, kurbiyeti büyük olan Kudüs, ‘şehir’ olarak da bize çok şey anlatıyor. 5 bin yıllık tarihi boyunca birbirinden farklı uygarlıkların yine birbirinden güzel eserler inşa ettiği ama bir o kadar da savaş ve yıkıma uğradığı halde görkemini ve tarihi dokusunu halen taşıyan bir şehir olduğu için.
Bu yüzden Türkiye’nin tüm belediye başkanlarının hatta yöneticilerinin sadece manevi havasını değil şehircilik bakımından da görmesi gereken bir şehir. İslam medeniyetinin mimarideki en önemli ilkelerinden olan adalet ve estetik duyguları halen devam ettiriliyor diyebiliriz. Birbirini önünü kapatmayan, birbirini gölgelemeyen ve kentin dokusuna, coğrafyasına uygun malzemelerin kullanıldığı bir mimari anlayışı…
Sadece kamusal alanlar değil sosyal yaşam alanları, yerleşim yerleri, yollar kısacası şehirdeki her yenilik; tarihi doku gözetilerek yapılmış. Şehirde betonarme olsa bile dışı Kudüs taşıyla kaplanmamış ev ya da bina bulmak mümkün değil. Yine aynı şekilde Kudüs’te Bir elin parmağıyla sayılacak kadar yüksek bina var diğer büyük binaların hepsi dikine değil enine inşa edilmiş. Ve yine dış görünüşünün tarihi dokuya uygun olmasına çalışılmış.
İstanbul’da her semtte artık neredeyse iki tanesinin düştüğü alışveriş merkezi olarak ise Kudüs’te sadece iki tane var. Biri alt geçit ve üst geçitlerin birleştiği bir alanda neredeyse hiç fark edilmiyor diğeri de dış yapısıyla kentteki diğer binalar arasında hiç sırıtmıyor. Sadece binalar değil tabela, bilboard, caddeye taşan dükkanlar kısacası bir şehri keşmekeşe boğan, görüntü kirliliği oluşturan unsurların hiçbiri yok. Bu konuda yani şehirdeki imar ve görüntü konusunda belediyelerin çok hassas olduğunu öğreniyoruz. Oysa bizde ne tarihi bölgelerde ne de diğer bölgelerde böyle bir hassasiyet var. İsteyen müteahit istediği şekilde inşa ediyor binaları.
Osmanlı’nın kuvvetle hissedilen izleri
İsrail’in bütün katı tutumlarına rağmen Kudüs’ün ‘birlikte yaşamak’ konusunda Osmanlıdan devirle gelen ve bize halen çok şey anlatabilecek özellikleri de var. Osmanlı’dan devir olduğu; bugün sokaklarda Kanuni’nin anılıyor olmasından kolaylıkla anlaşılabilir. Bizzat Mimar Sinan’ı görevlendirerek Kudüs’ün hem dini hem de tarihi mekanlarının elden geçirilmesini, surlarının onarılıp genişletilmesini, yeni eserlerin yapılmasını sağlayan Kanuni, Hz Ömer zamanında yapılan Yafa Kapısı’nın üzerindeki “La İlahe İllallah, Muhammedü’r- Resulullah” kitabesini “La İlahe İllallah, İbrahim Halilullah” ile değiştirerek şehirde etkisi bugün de hissedilen saygı ve hoşgörü ikliminin yerleşmesini sağlamış. Şehrin en büyük caddelerinden biri halen Kanuni’nin ismini taşıyor ve sokaklarda Kudüs’te yaptığı eserler ve katkıların belirtildiği afişler yer alıyor. Yine Kanuni’nin yaptırdığı surların görkemli kapılarından olan Şam Kapısı’nda geceleri renk ve ışık gösterileri düzenleniyor. Hürrem Sultan’ın yaptırdığı medrese de halen okul olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Sadece Kanuni, Abdulhamit ve diğer Osmanlı padişahlarının izleri değil; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hükümetin ‘one minute’ çıkışıyla başlattığı duruş da; Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin zihnini Türkiye’ye karşı canlı tutuyor.
Bunun yansımasını her adımda hissetmek mümkün. Türkiye’de yaşananlar konusunda çok hassaslar. Misal Gezi Parkı olaylarını en az bizim kadar endişeli bir şekilde takip ettiklerini gördük seyahat boyunca. Türkiye’den geldiğimizi anladıkları anda hemen İstanbul’dan mı? diye soruyorlar. Ve ardından “Taksim’de durum nasıl?” diye ekliyorlar. Türkiye’nin bu hali belli ki onları da endişelendiriyor.
Kudüs kapalı çarşısındaki esnaf da aynı derdi taşıyor, Beytulahm’in İsrail’in duvarlarla hayatlarını cezaevine dönüştürdüğü sakinleri de. Halil Camii’nin, zırhlı kulübelerde eli tetikte duran İsrail askerleriyle cezaevini andıran girişinde elindeki bilekliği satmaya çalışan çocukların gündeminde bile Taksim vardı. Yarı İngilizce, yarı Türkçe, yarı Arapça konuşmaya çalışıyoruz. Ne İsrail askerleri ne onları çevreleyen duvarlar; onların yüreği Türkiyeyle atıyor.
Sadece Filistinliler değil, eski şehrin sokaklarında karşılaştığımız Ermeni esnafın da, Kıyamet Kilisesi’nde görevli Süryani ve Ermeni papazların da gündeminde Türkiye’deki olaylar, dillerinde dualar vardı.
Birbirine geçen inançlar
Kudüs’te inançlar ve mekanlar birbirine öyle geçmiş ki; Müslümanlar için kutsal bir mekan; Hristiyanlar için de anlam taşıyor. Misal Hz. Rabia-tül Adeviyye’nin türbesinde Müslümanlar namaz kılıyor, Hristiyanlar da kendilerince dua ediyor çünkü onlar da bu türbenin Maria Magdelana’ya ait olduğuna inanıyorlar. İnançların birbirine geçtiği mekanlardan biri de Hz. Davud’un türbesinin de olduğu Osmanlı yapımı bir kervansaray. Hristiyanlar da Hz İsa’nın son akşam yemeğini yediği mekan olarak ziyaret ediyor bu mekanı.
Ama tüm bu iç içe geçmişliğe rağmen Kudüs’e zahiren bakmışken; İsrail’in Filistinliler’e yaptığı ve bütün dünyanın çoğunlukla sağır kaldığı insanlık dışı uygulamaların günlük hayattaki izlerine de değinmeden geçmemek lazım. Gazze’deki ambargo, saldırılar bir yana;
İsrail özellikle B grubu olarak tabir edilen Ramallah, Batı Şeria gibi Filistinlilerin yerleşim birimlerini yarı açık cezaevine çevirmiş. Bu zulmü biliyorduk ama o yüksek duvarları, her 500 metrede yer alan devasa kontrol kulelerini, giriş çıkışlardaki eli tetikte bekleyen robocopları andıran askerleri yerinde görmek daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Kimi yerlerde duvarlar o kadar yüksek ki adeta gökyüzü görünmüyor. Bazı bölgelerde mahalleler arası geçişe bile izin verilmiyor. Duvarları ise grafitilerle rengarenk yapmış Filistinliler. Her biri diğerinden daha etkili duvar yazılarıyla zulmü haykırıyorlar adeta.
Ve İsrail bu bölgelerde yeni Yahudi yerleşim birimleri yapmak için çalışmalarını da sürdürüyor. El Halil şehrinde 1994 yılındaki cami saldırısının ardından dev bir yerleşim alanı inşa ettiği gibi. Bu saldırıdan sonra Hz. İbrahim, Hz. Yahya, Hz. Yusuf ve eşlerinin türbelerinin yer aldığı Hz. İbrahim Camii’nin bir bölümü sinagoga çevrilmiş. Ve Müslümanlar Hz Yusuf ve Hz. Yahya’nın türbelerinin olduğu bölüme ancak senede bir gün Miraç kandili sebebiyle girebiliyorlar. Kiryad Arpa Yahudileri için yapılan bu yerleşim yeri adeta maket bir şehir görünümünde. Birbirinden muntazam bahçeli evlerin neredeyse hepsinde İsrail bayrakları dalgalanıyor. Kiryad Arba Yahudileri’nin çalışmadıklarını, askerlikten muaf tutulduklarının tek işlerinin Tevrat okumak ve çocuk yapmak olduğunu öğreniyoruz.
Kudüs gibi A bölgesindeki durum da iç açıcı değil. Misal Filistinlilerin kendi arsasına ev yapabilmeleri için büyük vergiler vermesi gerekirken İsraillilerin evlerini bizzat devlet yapıyor. Şehrin Yahudi bölgelerinde belediye hizmetleri standart üstündeyken; Filistinlilerin yaşadığı bölgelerde çöplerin toplanmasından diğer hizmetlere kadar bir çok alanda ikinci sınıf bir uygulamanın izlerini görmek mümkün. Her iki taraftan aynı oranda vergiler alındığı halde.
Son olarak Filistinliler’in Türkiye’yle ilgili yaşadıkları büyük bir burukluğu eklemeden geçmeyeyim. O da Türkiye’nin İsrailliler’e vize uygulamazken, Filistinliler’e uygulaması. Türkiye bir bakıma İsrail’in Filistinliler’e uyguladığı ikinci sınıf vatandaşlık uygulamasını kabul etmiş oluyor bu durumla.