Sonda söylenmesi gerekeni en başta söylemek gerekirse; başörtüsü yasağının halen devam ediyor oluşunun iki temel nedeni var bana göre.
Birincisi yasağın muhatabının sadece kadınlar olması. İkincisi ise; yasağın sadece eğitimle ilgili algılanması.
Belki üçüncü bir sebep olarak, başörtüsü yasağına muhatap olan çevrelerin bile konuyu gündemlerinde ağırlıklı bir şekilde tutmayışını ekleyebiliriz. Bu tezimi doğrulayan birçok olay anlatmam mümkün. Misal, geçtiğimiz yıl Abant Toplantısı’nda anayasa ve inanç özgürlüğü ile ilgili oturumda; başörtülü kadınların yaşadığı ayrımcılıkla ilgili tek kelimenin konuşulmamasına tepki gösterdiğimde; salondaki öğretim üyeleri başta olmak üzere çoğu kişiden ‘başörtüsü sorunu aşıldı’ gibi cevaplar almıştım. Başörtüsü yasağının üniversitelerde yaşanan kısmının, serbestiyetle ortadan kalktığını düşünenler az değil ve bu, soruna bir yabancılaşma da getiriyor.
Eğitimdeki yasaklar konusunda hemen hemen bütün çevrelerin görüşü ortaklaştı, en sert muhaliflerin bile artık bunun bir haksızlık ve ayrımcılık olduğunu gördüğü zamanlardayız. Ama konu çalışma hayatı ve özellikle de kamuda çalışmak; demokrat çevrelerde de ‘ama’ların henüz devrede olduğunu görüyoruz. Kimi öğretmenliğin kimi hekimliğin, kimi hukukla ilgili mesleklerin başörtülü yapılamayacağı görüşünde. Başörtüsü yasağıyla muhatap olan çevrelerde ise, genel itibarıyla “üniversitelerde sorun çözüldü, kamuda çalışmak çok da şart değil, uygun vakti bekleyelim, hükümete sıkıntı oluşturmayalım” düşünceleri, sorunu gündemde tutmayı önlüyor. Merkeze yerleşmeyle soruna yabancılaşıp, yasağın tamamen ortadan kalktığını, tek sorunun lüks sitelerde havuza haşemayla girmek veya bazı firmaların başörtülü eleman çalıştırmaması olduğunu düşünenler de az değil. Sakarya, Kocaeli, Ankara’da her hafta başörtüsü yasağı konusunda açıklamalar, eylemler düzenleyen, sorunu hiç gündeminden düşürmeyenler de var kuşkusuz ama sayıları da onları duyan ve gören de ne yazık ki azalmış durumda.
Oysa üniversitelerin bazı bölümleri dâhil yasak, keyfiyete terk edilmiş halde sürüyor. Başörtülü kadınların çalışma, eğitim hakları rektörlerin, bölüm başkanlarının, öğretim üyelerinin, müdürlerin, amirlerin keyfiyetine bırakılmış durumda. Eğer idare sahibi insaf sahibiyse; başörtülüler kamuda veya özelde çalışabiliyorlar ama başörtüsü karşıtı birine denk geldilerse, hakarete uğramaları, soruşturma geçirmeleri veya Diyarbakır’da Kadriye öğretmenin yaşadığı gibi yaka paça kovulmaları an meselesi. Hakim ve savcıları bırakın, avukatlar bile başörtüsüyle davalara girmek cesaretini kendilerinde henüz bulmuş değiller. Kamuya bağlı sivil birliklerde yahut meslek odalarında da durum aynı. Kimi başörtülü elemanı birliğe kabul etmiyor, kimi kabul etse kimlik vermiyor, kimlik veren ise başörtülü kimlik vermiyor. Daha da vahimi, TESEV’in geçtiğimiz yıl yaptığı araştırma sonuçlarında; özel kuruluşların kamudaki başörtüsü yasağından güç alarak yasağı yaygınlaştırdığı ortaya çıkmıştı.
Manzara bu iken, YÖK’ün bugünlerde yaptığı bir düzenleme başörtülüler açısından sevindirici. Önemli değişiklikler içeren taslakta en dikkat çekici değişiklik önerisi kuşkusuz, öğrenci ve öğretim elemanlarına “kılık kıyafet” özgürlüğü getiren madde ile yapıldı. Yeni taslakta “kılık kıyafet” düzenlemesine ilişkin hüküm şöyle: “Her öğretim elemanı siyasi düşünce, dil, din, mezhep, inanç, ırk, renk, cinsiyet, kılık-kıyafet tercihi ve diğer sebeplerle herhangi bir ayrım gözetilmeksizin serbestçe eğitim-öğretim, araştırma, geliştirme, yayın yapma ve akademik faaliyetlerde bulunma hakkına ve hürriyetine sahiptir.” Diğer sevindirici bir gelişme BDP’li Altan Tan’ın başörtüsü yasağıyla ilgili Meclis Başkanlığı’na verdiği kanun teklifi. İktidar ve muhalefet milletvekilleri, kanun teklifinin başörtülü kadınlara kamuda çalışma hakkı getirilmesini sağlaması için siyasi itişmeyi bir kenara bırakıp destek vermeli…
Kamuoyunda tartışılmaya devam eden “başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası, başörtülü kadınların kamuda çalışma yasağını, 28 Şubat’ın Merve Kavakçı’nın Meclis’ten atılmasıyla başladığını düşünürsek, sembolik olarak ‘başörtülü vekil’ üzerinden başlatmak için yapılmış bir girişimdi. En büyük tepkinin başörtüsü yasağına maruz kalan kesimlerden geldiğini düşünürsek, kampanya ve o günlerde gösterilen tepkilerdeki argümanlar, sosyal bilimciler için iyi bir ‘tez’ konusu olur. O günlerde kampanyaya ‘beyaz casuslar’ karıştığı iddiasıyla tepki gösteren Ali Bulaç, karşı çıkışlarını yineleyerek, yeni seçimler öncesinde yeni bir kampanya yapılmasını ve destekleyeceğini dile getirdi geçtiğimiz gün. Yazı içeriği sebebiyle bambaşka şekillerde tartışılsa da, bütün bu tartışmaları bir kenara bırakarak, başörtüsü yasağının gündeme getirilmesi için bir vesile olarak değerlendirme taraftarıyım.
Kadın erkek tüm Müslümanların ve insan hakkı, ayrımcılık konusunda duyarlı bütün çevrelerin yasağın her alanda kaldırılması için öncelikle konuyu gündemlerine almasını ve sonrasında da yeni anayasa çalışmalarını yürüten hükümetin gündeminin ilk sıralarına koymasının vaktidir. Yasakla mücadele için peruk, bone, şapka takmak gibi trajik ve travmatik çözümler bulan ve buna rağmen soruşturmalardan, tacizlerden kurtulamayan başörtülü kadınların yeni seçim süreçlerini veya hükümetin takvimlerini bekleme lüksü yok, bizim de olmamalı.