-“Dünyada nice diller var nice dillerAma hepsinde anlam bir”der Mevlânâ. Ahtamar Adası’nda yaklaşık yüz yıl aradan ve yaşanan onca acıdan sonra yapılan ilk ayinde sadece dillerin değil ibadetlerin de aslında ne kadar ‘bir’ olduğunu hissetmek mümkündü.
Yoğun basın ilgisi ve adeta panayır alanına dönen meraklı ziyaretçilere rağmen gözyaşları arasında Ahtamar’da ibadet eden Ermeni kadın ve erkeklerin huşu içindeki halleri beni derinden etkiledi. Yıllar önce Bosna’da bir cuma namazındaki hutbede yapılan duayı hatırladım. Sözcüklerden olmasa da hallerden çok şey anlamak mümkündü. Ahtamar’daki ayin de tam böyleydi. Kuytu bir yerde gözlerini sımsıkı kapatarak avuçlarını göğe açan yaşlı kadının vecd içindeki yüzü uzun süre hafızamda kalacak.
Ayinin başlamasına bir saat kala kiliseye vardığımızda ayin yapan bir grupla karşılaştık. Agos’tan Pakrat Estukyan, kalabalıktan dolayı kiliseye giremeyecekleri için Ermenistan’dan gelen bir grubun ‘korsan ayin’ yaptığını anlattı. Ölenler için ‘rahmet’ dilenen ilahilerden oluşan bir ayindi bu.
Bu ‘korsan ayini’ gözleri yaşlı bir şekilde izleyen ihtiyar çift dikkatimi çekti. Kendi aralarında Kürtçe konuştuklarını duyunca selam verdim. Cerçiş Çağlı ve eşi Hatun Hanım Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğup büyümüşler. Geçmişte yaşananları çok net bir şekilde özetleyen bir hayat hikâyeleri var. Yıllarca Lice’de bir Kürt ve Müslüman gibi yaşamışlar. Ermeni olduklarını bile söyleyemeden yaşanan uzun ve acı bir ömür. Şimdi ‘Ermeni’ olduklarını rahatça söyleyebilmenin ve kendi dinlerinde ibadet yapabilmenin mutluluğunu taşıdıklarını anlatıyorlar. Ermenice bilmedikleri için biraz üzülüyorlar. Ama çocuklarının İstanbul’da Ermeni okullarında okuduklarını ve Ermenice bildiklerini gururlu bir şekilde anlatıyorlar. O sırada yanımıza gelen Cemil Bey, Ermenice konusunda onlardan daha şanslı. Kürtçe sohbetimize o da katılıyor. Onun hayat hikâyesi de Çağlı ailesiyle benzer. Palu’nun Ermenilerinden olduğunu ancak Mardin’de büyüdüğünü anlatıyor. ‘Hem Süryanilik hem Ermenilik hem de Kürt gibiyim’ diyor gülümseyerek. Şimdilerde İsveç’te yaşıyor.
Ahtamar’da ayin için bulunan bu yaşlı Ermenilerle Kürtçe konuştuğum ama Türkçe not aldığım bu an tarihte yaşanan ve bugün geldiğimiz noktayı iyi özetleyen bir durumdu bana kalırsa. Kimilerinin ‘vatan elden gidiyor’ ezberleriyle korkulu rüyalar görmesine neden olan bu durum tam da tersine Anadolu’nun yüz yıl önce kaybettiği renklerine kavuşuyor olduğunun müjdecisi. Çünkü onu var eden, bu ‘anlamları bir olan’ nice dil ve dinlere ev sahipliği yapmasıydı.
Mevlânâ baştaki şiirin devamında ‘kapları testileri kırmak’tan bahseder.
“Sen kapları, testileri hele bir kır,
Sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
Can nasıl koşar, bunu canlara iletir”
İşte Ahtamar’da yapılan bu ayinle testiler zor olsa da kırıldı. Dönüş yolunda kendi aralarında konuşanların büyük çoğunluğunun siyasi değil dinî sohbetler yapması, ayini siyasi sözcüklerle değil inanç noktasında değerlendirmesi bunu ortaya koyuyor bana kalırsa.
Gönül isterdi ki Türkiye 2007’de verdiği sözü tutsa ve kapının girişine koyduğu ‘haç’ı olması gereken yere koyarak, gönüllerdeki burukluğu azaltabilseydi. O haç ve yılda bir kez bu kadim kilisede yapılacak ayinden kimsenin korkmaması gerekiyor. Ayine ABD’den gelen 90 yaşındaki Agop Demirciyan’ın dediği gibi ‘Türkiye’yi korkutacak değil büyütecek’ bir görüntü çünkü bu. Ve acı tecrübelerin artık geçmişte kaldığını hissetmenin ilk adımı.