Deprem Bölgesinden Notlar…

Ülke tarihinin maddi manevi en ağır yıkımına sebep olan Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden yaklaşık altı ay geçti. 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerin birinci ayında yazdığım yazıyı; “Seçim sürecinin, aday tartışmalarının gölgelememesi gereken ana gündem maddesi deprem olmalı. O mahşeri yaşayanlara ve kayıplarına ‘helallik’le geçiştirilmeyecek bir hakikat ve yüzleşme borcumuz var” diyerek bitirmiştim. Ne yazık ki öyle olmadı. Önce seçimler, ardından bu seçimleri kazanmak için uygulanan seçim ekonomisiyle derinleşen ekonomik kriz, vergi düzenlemeleriyle artan zamlar depremi de depremzedeleri de gündemden düşürdü. Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in geçtiğimiz günlerde Malatya’ya yaptığı ziyarette, “Ankara’dan bunlar gözükmüyor, Malatya’yı gelip görmek ve ondan sonra yorum yapmak gerekiyor” dediği belirtiliyor. Sadece Ankara’dan değil ülkenin geri kalanında hatta deprem şehirlerinde bile depremin tam boyutu görülmedi-görülmüyor. Maraş ve Adıyaman merkezde fiziksel olarak bir toparlanma görünse de yıkımın üstüne eklenen ekonomik kriz ve seçim yarılması, tabloyu iyice ağırlaştırmış. Hatay hem yıkımın boyutu hem de mevcut durum açısından en ağır tabloya sahip. Adıyaman’da ise yoğun bir çaresizlik duygusu hissediliyor. Depremin ilk günlerindeki ‘unutuluş’ insanlarda iz bırakmış sanki. 

Üç ayın ardından bölgeye yaptığımız ziyarette; bir zamanlar Kürt meselesi için sıkça kullandığımız Fil Hikâyesi’nin deprem bölgesi için de uygun bir tanımlama olduğunu düşündüm. Fil hikâyesi; çünkü herkes durduğu ve dokunduğu, gördüğü haliyle değerlendiriyor depremi, yaşananları. Kimi yıkımın tüm tahribatının giderildiğini savunuyor, kimine göre ise içecek su bile yok! Bu değişkenlik ilk günden itibaren aynı aslında. Yaşananları ideolojik duruşla değerlendirme konusunda mahir bir toplum olduğumuzu birçok örneklikte yaşadık. Ama doğrusu depremzedelerin yaşadıklarını kendi içinde ‘rasyonelleştirme’ çabası şaşırtıcı geliyor halen. Özellikle de Malatya merkezinin bu kadar ağır bir yıkıma sahne olmuşken hiç gündem olmayışının, sessizlikle geçiştirilmesinin bu kadar içselleştirilmesine şaşırmamak elde değil. Bakan Tekin’in Malatya için ‘gelip görmek gerekiyor’ saptaması aslında tüm bölge için geçerli. Milletvekillerinin Hatay’a gelmesi için oluşturulan ‘600 Milletvekili Hatay’a’ kampanyasına, Adıyaman, Malatya, Maraş ve bunların etkilenen ilçelerinin eklenmesi de gerekiyor. Çünkü sadece belirli alanlara yapılacak ziyaretlerle yıkımı anlamak ilk günlerde de mümkün değildi şimdi de mevcut durumu anlamak için yeterli değil. 

İllere, etkilenme düzeyine göre sorunlar farklılaşsa da barınma ve istihdam en öncelikli olarak dile getirilen sorunlar arasında. TEPAV’ın Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) desteği ile hazırladığı “Deprem Bölgesinde Sürdürülebilir İşgücü Saha Araştırması: İhtiyaçlar ve Fırsatlar” bu yönüyle önemli bir rapor. Bölgede en çok ihtiyaç duyulan unsurların istihdam, işgücü ve işyeri desteği olduğu belirtilen rapora göre, ücretli çalışanların sayısı deprem öncesi döneme göre yüzde 23,6 azaldı. Deprem bölgesindeki işletme sayısında toplamda 66 binlik bir düşüş gerçekleşti. Kısa dönem izinden faydalanan sayısı, işsizlik ödeneğinden faydalananlarla birlikte bölgedeki işgücünün yüzde 12,3’ünü oluşturuyor. Görüşmelerimizde bu yönde değerlendirmeleri biz de sıklıkla duyduk. 

Barınma konusunda kalıcı konutlarla ilgili çıkan ‘yerinde dönüşüm’ kararı olumlu değerlendiriliyor. Ekonomik iyileşme için kalıcı konutların şehirlerin insan ve malzeme kaynağıyla yapılmasının önemine vurgu yapılıyor. Kalıcı konutlara geçişin herkes için bir yıl içinde çözülmeyeceği kabullenilmiş durumda. O yüzden konteyner-prefabrik kentlerin altyapılarının iyileştirilmesi öncelikli gündem. Kliması olan konteyner kentlerdekilerin durumu bir nebze daha iyi. Diğerlerinde ve çadırkentlerde sıcakla baş etmek çok zor. Kira fiyatları her yerde olduğu gibi bölgede de çok artmış, hasarsız ev bulmak zaten yeterince zor. Toplu ulaşım Hatay hariç yine bu üç kent merkezinde büyük ölçüde başlamış vaziyette. İçme suyu sıkıntısı Maraş hariç tüm illerde bölgesel olarak sürüyor. Adıyaman ve Malatya’da su altyapısı sorunu giderilmiş ancak sık sık kesinti yaşandığı, kesintilerden sonra suların içilemeyecek şekilde kirli akması, artan enfeksiyon ve hastalıklar sebebiyle içme suyu olarak kullanılamadığı belirtiliyor. Hatay’ın büyük bölümünde, özellikle de şehir merkezinde (ki zaten artık şehir merkezi diye bir yerden bahsetmek mümkün değil) halen elektrik yok. Su altyapısındaki sorunlar bölgesel olarak sürüyor. 

Bu yokluğun ortasında, şehrin büyük spor salonunda sayısı az da olsa gençlerin spor yaptığını, yüzmeye geldiğini görmek sevindirici… Konteyner kent çevrelerinde derme çatma da olsa dükkânların açılmış olması da. Hatay ve Malatya’da enkaz kaldırma çalışmaları yoğun, o yüzden iki şehir de toz bulutu içinde… Yıkımların enkazlara su dökülmeden yapılmasının sağlık sorunlarına sebebiyet verdiği dile getiriliyor. İki şehirde de enkazın tarım arazilerine dökülmesi, sıklıkla belirtilen diğer sorunlar arasında. Şehirlerde ticaretin sürmesi için boş alanlara konteynerler konulmuş. Ancak büyük çoğunluğu boş, yerel ekonomi için sürdürülebilir bir model olarak görülmüyor. Adıyaman ve Maraş’ta bazıları çarşı görünümüne kavuşturulmuş. Malatya çarşısındaki birbiri ardına konulan konteyner dükkânlarda su, tuvalet gibi temel ihtiyaçlar bile hiç gözetilmediği için esnaf tarafından işlevsel görülmüyor. 

Sınıfsallık ve Normalleşme

Depremden etkilenme konusunda ilk günler için herkes eşitti. Ancak sonrasında normalleşme ve gündelik hayatın iyileşmesi konusunda ekonomik güç belirleyici bir konumda olmuş. Eğitimden sağlığa, barınmadan psikososyal desteğe ‘normalleşmeye’ adım atanlarda ‘sınıfsallık’ hissediliyor. Depremin ilk günlerinde yardım talebinde bile bulunmaktan korkan Suriyeliler en dezavantajlı grup olmaya devam ediyor. Kadınlar için konteyner kentler sosyalleşme alanı sunsa da mahremiyet başta olmak üzere yeni sorunlar oluşturmuş. Güvende hissetmediklerini dile getiriyorlar sıklıkla. Görüştüğümüz bir sivil toplum profesyonelinin depremin önceden var olan sorunları daha görünür kıldığı, derinleştirdiği değerlendirmesi önemli. Depremin oluşturduğu tahribatın tamamen giderilmesi, gündelik hayatın yeniden inşası, normalleşme için öngörülen süre en az iki yıl olarak tariflendiriliyor. En çok ortaklaşılan süre ise 10 yıl… Ve tabii çoğu kişi için ‘bir daha eskisi gibi olmak, 6 Şubat’tan öncesine dönmek’ asla mümkün olmayacak. Ateşin değdiği, kayıpları olanlar için cümle kurabilmek, yaşananları anlatabilmek hiç kolay değil.

Bölgeyle ilgili önemli bir konu da bilgilendirme ve katılım. Hem vatandaşlar hem de yereldeki görevliler için sürecin katılımcı bir şekilde yürütülmesi hayatiyet taşıyor. Yerinde dönüşüm, hak sahipliği, içme suyu, eğitimdeki gelişmeler, kısacası hayati her konuda büyük bir bilgilenme eksikliği var. Bu durum depremin travmatik boyutunu ağırlaştırıyor. Belirsizlik, geleceği öngörememek fiziki engeller kadar önemli olabiliyor normalleşme için. O yüzden de depremzedelerin her türlü ihtiyaçları için başvurabilecekleri dijital ve fiziki merkezlerin oluşturulması önemli. Yine inşa sürecinin konut yapımı olarak görülmeyip şehrin hem kültürel hem de sosyolojik dokularını gözeterek yapılması hayatiyet taşıyor. Çünkü insanlar bütün kayıpları kadar şehirlerine, depremden önce kurdukları bağlara da ağıt yakmaya devam ediyor. Maraş ve Malatya’da görüştüğümüz yerel yönetici ve STK temsilcileri, kabine değişikliğinden sonra atanan yeni bakanların daha katılımcı bir süreç yönettiğini ancak bunun bilgilendirme yerine gerçek anlamda katılımcı olarak kurgulanmasının önemine dikkat çekiyorlar. İnşa sürecinin hem ekonomik hem de sosyolojik olarak merkezi olarak yürütülmemesi, yerel dinamiklerin dikkate alınmasının önemine vurgu yapıyorlar. Bu konunun risk-afet yönetimi konusunda ne kadar temel bir ihtiyaç olduğu, deprem başta olmak üzere afetlerde artık görülmüştür umarım.

Site Footer