Yazının başlığı, iki gece sosyal medyada sesini duyurmaya çalışan İbn Haldun Üniversitesi öğrencilerinin hashtag’inden. Üniversitenin Hukuk Fakültesi hazırlık sınıfı öğrencisi Zeynep Cilan, kampüs önünde geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti. Öğrencilerin infiali arkadaşlarını böyle bir elim kazada kaybetmekten kaynaklanmıyordu sadece; bu kazanın yaşanmaması için aylardır uğraş verdikleri halde seslerinin duyulmayışındandı. Aynı kaderin kendilerini de bulabileceğini iliklerine kadar hissetmenin, ülkede hayatlarının ne denli ucuz olduğuna belki de ilk kez bu kadar ağır bir şekilde tanık olmanın ağırlığıydı bir yandan.
İbn Haldun Üniversitesi, TÜRGEV’in öncülüğünde kurulan bir vakıf üniversitesi. Mütevelli Heyeti de yöneticileri de medeniyet kavramını sık sık kullanıyorlar. Açılışında rektörün, “Üniversitemiz, hem çok özgün bir mimariye sahip külliyesiyle hem de ortaya koyduğu özgün akademik vizyonuyla bir eşik atlama noktasındadır” sözleriyle anlattığı bir üniversite. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da açılışta üniversiteyi şu sözlerle anlatıyordu: “Hem gerisindeki felsefi birikim hem mimarisi hem donanımıyla gerçekten iftihar verici bir eserdir. Mimar Sinan’dan alınan ilhamla örnek bir eser olarak vücuda getirilmiştir. Üniversitemizin nitelikli akademik kadrosu ve öğrencileriyle, bu güzel atmosferde, ülkemizde sosyal bilimler alanında yeni bir dönemin kapılarını açacağına inanıyorum.”
Ancak bu konuşmalara rağmen üniversite kampüsünün öğrenciler için yeterince güzel bir atmosfer sunmadığını sık sık sosyal medyaya da taşınan konularla biliyoruz. Geçtiğimiz yıl öğrencilerin davetiyle gittiğim üniversitenin kampüsünün ulaşım yönünden de çok sıkıntılı olduğu, ring seferlerinin yetersizliğiyle ilgili şikâyetleri dinlediğimi hatırlıyorum. Daha da önemlisi, geçtiğimiz aylarda yaşanan su baskınlarında üniversitenin yurtlarını su bastığını o günlerde de öğrencilerin sıkıntı yaşadığını yine sosyal medyadan takip etmiştim. Okul önündeki caddede üst geçit, aydınlatma ve uyarı levhalarının olmayışı ise üniversitenin açılışından beri öğrencilerin uzun süredir gündemindeydi. Ve bunu okul yönetimine hem yazılı hem de sözlü olarak defalarca ulaştırmışlardı. Öğrencilerden biri kampüsteki altyapı sorunlarının bir kısmının Cumhurbaşkanı’nın ziyareti öncesi çözüldüğünü sosyal medyada ironik bir dilde dile getirmiş vaktiyle…
Öğrencinin yaptığı ironi, Türkiye’nin bir gerçeği… Yerel ya da merkezi idareden, akademiden medyaya her alanda birçok yöneticinin, makam sahibinin kendini vatandaşa değil onu atayan, alan açan, imkân sunana sorumlu hissettiğinin göstergesi bu. Üniversitenin öğrencilerinin hayatını iyileştirmeyi değil okulu ziyaret eden devletlülerin takdirini kazanmayı öncelediğinin de işareti. Bunun İbn Haldun gibi tam da sistemsel çürümeye sebep olan ‘asabiyet’ kavramının sahibi bir düşünürün adını taşıyan üniversitede yaşanması ise trajik.
“Siyasetiniz Batsın”
Bu sistemsel çürüme üniversitenin tavrıyla sınırlı değil. Öğrenciler Başakşehir Belediyesi’ne, İBB Çözüm Merkezi’ne, CİMER’e, kısacası her kuruma ulaşmaya çalışmışlar. Üniversitenin mütevelli heyetinde de olan Yasin Kartoğlu yönetimindeki Başakşehir Belediyesi’nin olayın ardından ilk paylaşımı ise, öğrencilerin infialini, gencecik bir hayatın ihmal sonucu ölümünün ağırlığını anlamaktan çok uzaktı. Sosyal medyadan ‘siyasetiniz batsın’ şeklinde özetlenecek tepkilerin ardından bu paylaşımı silmek zorunda kaldılar. Dicle’nin kıyısındaki koyunun sorumluluğunu hisseden Hz. Ömer’i dillerinden düşürmeyenlerin; yönettikleri ilçede, mütevelli heyetinde olduğu üniversitede yaşanan bu elim kazayla ilgili ilk kurdukları cümlenin sorumluluktan kaçışı hissettirmesi, tuzun çürümesi değilse nedir?
İbn Haldun Üniversitesi öğrencileri, ülkenin birçok yerindeki akranları gibi tuzun çürüdüğünü, sorunlarının ancak kurban verildiğinde görüldüğünü deneyimlediler. Bu sisteme itirazına dair bir mektup bırakarak intihar eden Enes Kara gibi. Devlet yurdundaki asansör kazasında hayatını kaybeden Zeren Ertaş gibi. Ertaş’ın ardından yazdığım yazıda, “Aladağ’daki yangın, Çorlu’daki tren kazası, Soma, Ermenek, Amasra ve daha nice kahredici tanıklık… Hatırlıyoruz, çünkü farklı farklı olaylar da olsa aslında hepsinin gelip dayandığı ortak yer; denetimsizlik ve cezasızlık… Sermaye odaklı kalkınma politikaları, eğitim, barınma, sağlık gibi temel hakların denetim mekanizmaları göz ardı edilerek özelleştirilmesi ve yapısal sorunlara karşı sürekli palyatif çözümlerle ilerlenmesi” demiştim. Zeynep’i karanlıkta bırakan kaza, siyasi kutuplaşmanın gündelik hayatı sistemsel olarak da çökertmesinin acı bir örneği. Merkezi-yerel yönetim, ilçe-büyükşehir belediyesi arasındaki gerilim, vatandaşın gündelik hayatına sorun olarak yansıyor. Siyasetin değil vatandaşın öncelendiği bir hizmet anlayışının bütünlüklü olarak kurulması en büyük gereklilik…
Bazen bir fotoğraf, bazen elim bir kaza ülkede sistemin nasıl çöktüğünü, tuzun çürüdüğünü ayan beyan ortaya koyuyor. Bu çürümeye işaret eden büyük fotoğrafı görmek yerine sadece önümüze düşen fotoğrafa odaklanıp birkaç günlük ahlanıp-vahlanmadan sonra unuttuğumuzda her seferde geri tepiyor. Ağır bedeller, açılmaz yaralar bırakarak… Bu yönüyle bakınca aslında hepimiz karanlıktayız…