İktidarın Konforu, Muhalefetin Açmazları

Türkiye siyasetinde muhalefetin iktidardan deneyimleyerek yaptığı bazı hatalar var. Uzun bir liste çıkarılabilir bu konuda ama ben bu yazıda en görünür üç refleksi tartışmak istiyorum.  İlki, vatandaşın menfaatlerini öncelemek yerine duygularına seslenerek varlığını güçlendirme çabası. İkincisi, yaşananlarla ilgili, daha çok da sorunlarla ilgili sorumluluk almamak. Üçüncüsü ise değişimi özde değil sözde savunmak. Bu üç konuda da iktidar çok başarılı; yıllardır toplumun menfaatlerini değil kendi iktidarının devamını önceliyor. Ve gücünü de bazen korku bazen endişe bazen vefayla vatandaşın duygularına seslenerek ikame ediyor, kader birliği oluşturuyor. Yine tüm iktidar süreci boyunca; yapılan iyi şeylerin hepsini kendi hanesine yazan iktidar, olumsuzluk veya sıkıntılarda ise asla sorumluluk almıyor. Kötü gidişat için hep başka sorumlular var; ya kandırılmış oluyor ya ihanete uğruyor. Afetlerden ekonomiye bu sorumluluk almama halini yıllardır yazıp duruyoruz. Vatandaşın kaderini kendi kaderiyle ortaklaştırdığı ve ailevi vatandaşlıkla rıza oluşturduğu için; hesap soran da olmuyor. Sorumluluk, afet sonrası başsağlığı ya da herhangi bir krizle ilgili ‘geçmiş olsun’ mesajıyla çok kolay geçiştirilebiliyor. Değişim meselesinde de konu aynı. Değişimi tekeline aldığını seçim sürecinde gördük; kendi ittifakları, değişimleri esas, diğerlerinki ise kabul edilemez oldu. Yeni kabine ile verilen değişim umudu bile bunun toplumsal kabulünün nasıl güçlü oluştuğunu gösteriyor. Oysa biliyoruz ki ister kabine ister başka kritik görevlendirmeler olsun; sistem gereği hiçbir makamın özgül ağırlığı da kendi başına karar verme imkânı da gücü de yok. 

Reflekslere ve sonuçlarına gelirsek; iktidar için bu üç konu kazanmanın formülü olurken, muhalefet için kaybetmenin sebebi haline geliyor. Çünkü toplum iktidara değişimden sorumluluğa birçok alanda kredi tanıyor. Yani sorumluluk almasa da oluşan yıkımı onun çözebilmesinin daha kolay olduğunu düşünüyor, o yüzden de aslında bile bile bu kadere ortak oluyor. Keza ittifaklarını, siyasetteki zikzaklarını; üç-dört yıl önce kara dediğini bugün ak umut gibi göstermesini hoş görüyor.

Tutarlılık Yükü Muhalefette

Muhalefetin önce bunu görmesi gerekiyor. Yani toplumun iktidarlarla kurduğu ilişkilerdeki pragmatistliği muhalefette kurmadığını; onu hep ‘sınanma’ makamında gördüğünü; bu sınanmalardan geçebilirse iktidar vizesi verebildiğini. O yüzden, eğer muhalefet kurduğu ittifaklarda ya da yürüttüğü kampanyalarda sadece vatandaşın duygularına seslenerek kazanacağını düşünüyorsa, son örnekte gördüğü gibi yanılması kuvvetle muhtemel. Vatandaş duygularını önemsiyor ama aynı zamanda muhalefetin kendi çıkarlarını değil toplumun çıkarlarını nasıl savunduğunu, onların sorunlarını nasıl çözeceğini bilmek, anlamak istiyor. Hem içeriksel hem de eylemsel olarak tutarlılık, ahlakilik istiyor. 

Yine yaşananlarla ilgili bardağın dolu tarafına bakarak, savunma değil sorumluluğu kabul edip neyin başarılamadığının iyi değerlendirilmesini istiyor. Ve gereğinin yerine getirilmesini istiyor. Oysa, özellikle de yenilgilerde sorumluluk alan olmuyor. Almamayı bırakalım, son iki genel seçimdir yenilginin hemen ardından önce kurumsal muhalefet çöküyor. Vatandaşı, seçmenini yenilginin psikolojik çöküntüsüyle baş başa bırakıp kayıplara karışan, sorumluluğu kabullenmeye yanaşmayan bir muhalefet görüyoruz. Eleştiriler kulak ardı ediliyor ya da parti içi tanımlamaları getiriliyor. Bu, gelecek dönemler için de güç kaybettirici bir durum olarak hafızalarda yerini alıyor. Üçüncü konu ise, hem yapısal hem de toplumsal değişimi sözde yapma hali… Muhalefetin kilit partisi olan CHP’nin listelerine bakmak, yapısal değişimin ne kadar sözde kaldığını anlamak için yeterli. Keza diğer partiler için de geçerli bu; adı konulmamış sınıfsal ve hiyerarşik bir güç ilişkisi siyaset için çok verili bir durum.

Değişimin tam da buralarda ve yapısal olarak başlaması lazım. Siyaset alanının asıl işlevine kavuşması elzem. Yani partilerin, onları oluşturan kişilerin değil toplumun sorunlarının çözümü ve çıkarlarının gözetildiği bir alan haline gelmek zorunda siyaset alanı. Bunun için siyasi partiler yasasının değişiminden başlayarak, gerçek anlamda parti içi demokratik işleyişin sağlanması, lider kültünün sona ermesi, liyakatin esas kılınması ve en çok da toplumsal muhalefetin kurumsal muhalefet tarafından işler iyi giderken değil, kötü giderken de dikkate alınması gerekiyor. Toplum da toplumsal muhalefet de duyguların değil menfaatlerin öncelenmesini, kutuplaşmanın bitmesini istiyor. Kısacası hem yapısal hem de sosyolojik olarak değişim istiyor. Kaderini kurumsal muhalefetin eline bırakmamak için sandık güvenliğinden başlayarak saha çalışmalarına kadar siyasete etki etmeye çalışıyor.   Seçimin ardından kurumsal siyasetin buna ne kadar az alan açtığıyla ilgili birçok deneyimden bahsedildi. Bu da zaten yenilginin sebebini gayet aşikâr kılıyor. 

Toplumsal muhalefetin bir yönü daha var ki yine son seçimlerde bu farkı bariz olarak gördük. O da istenen sonuç alınmadığında hüsrana düşüp enerjisini kaybetmemesi. Düştüğü yerden kalkıp yeni başlangıçlar için harekete geçebilmesi. Çünkü içinde bulunduğumuz ekonomik, hukuki ve toplumsal eşitsizliklerin yol açtığı sorunları çok iyi biliyor. Bu yönüyle kurumsal muhalefetin toplumsal muhalefetten öğrenecek çok şeyi var. Toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koymak, sorumluluk almak iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Site Footer