Bundan tam 15 yıl önce İstiklal Caddesi’nde çok farklı kesimlerden katılımcılarla yapılan “Darbeye Karşı 70 Milyon Adım” yürüyüşünde şöyle bir tanıklığım olmuştu. Önümde yürüyen mini etekli bir genç kız, hemen yanı başındaki sarıklı-cübbeli gruba bakıp yanındaki arkadaşına sessizce ‘Bunlarla fotoğrafımızı çekmezler inşallah’ dedi. Türkiye uzun yıllardır sadece ideolojik olarak uzak düşenlerin değil; aynı talepleri, aynı hassasiyetleri olanların bile yaşam tarzı farklılıkları sebebiyle aynı fotoğrafa girmek istemediği bir ülke oldu… Haliyle seçim süreçlerindeki oy davranışı; bu konumlanmaların gölgesinde, sevgi-destek yerine ötekilere karşı duyulan korku-nefret ilişkisiyle şekillendi.
Cumhur İttifakı bu seçimlere de yine aynı kampanya ile giriyor. Yine kendini ümmetin, dinin yegâne temsilcisi ve koruyucusu olarak konumlandırıyor; haliyle karşıdakiler de bedbahtlar ordusu! İslam dairesinden kapsamadıklarını da kalkınma bahsiyle, büyük projeler, Avrupa’yı kıskandıran güç üzerinden, milliyetçi refleksler için de bolca vatan-millet Sakarya külliyatı… Ancak işi bu kez üç sebeple zor. Birincisi; içinde bulunduğumuz ekonomik kriz, Kahramanmaraş depreminde bitmeyen acziyet hali, kıskanılacak bir güç olmadığını ve çöktüğü anda parçalamaya çalışan yedi düvel değil aksine yardıma gelen bir dünya olduğunu gösterdi. İkincisi, kendi ittifakı da ‘kimler kimlerle beraber’ korkutmalarına örneklik teşkil edecek şekilde. Üçüncü ve en önemli sebep ise; Millet ittifakı da din dairesinin dışında konumlamayacak kadar çoğul… Cumhur İttifakı destekçileri, Saadet Partisi’nin genel merkezinin önünde verilen fotoğrafı; hamasi sloganlarla, duygusal ajitasyonlarla kötüleyip duruyor. Bunların bazıları oldukça ironikti; başı açık iktidar destekçileri, başörtülü Saadet Partilileri ya da CHP’yi destekleyen başörtülüleri, ‘iman dairesinden çıkmakla’ itham ettiler. Keza sanki iktidar tarafında seküler yaşam tarzından olanlar, şampanya patlatanlar yokmuş gibi; 14 Mayıs gecesinin ‘namaz kılanlarla-şampanya patlatanlar’ arasında bir ayrım olacağını yazanlar bile oldu. Ama görüyoruz ki basmakalıp yargılarla tanımlanmayacak bir sosyolojik değişimin içindeyiz.
Makuliyet ve Değişim Arzusu
Siyaset çeperindeki kimlik eksenli kutuplaşma çabalarına rağmen, son araştırmalar toplumun çoğullaştığını ve kimlik eksenli tartışmaları geride bırakacak bir değişim talebinde bulunduğunu ortaya koyuyor. Yanlış anlaşılmasın; kimlik ve aidiyetle olan ilişki halen yüksek; ancak gruplar arasındaki ‘akışkanlık’ giderek artıyor. Yani her kimliğin, ideolojinin radikal destekleyicileri hâlâ var ve özellikle de sosyal medyada sesleri çok güçlü çıkıyor. Ancak; makuliyeti, değişimi ve esnekliği tercih edenler daha fazla. Birlikte yürüseler de aynı fotoğrafa girmek istemeyenler, bugün artık isteyerek aynı fotoğrafın içindeler. Seçim stratejisini öteki mahallenin en marjinallerinin tutumunu genelin tavrı gibi göstererek safları sıklaştırmak üzerine kuranların ekmeğine yağ sürmemek bu yüzden önemli. Uzun yıllardır öfkelerle, yanlış anlamalarla, kamplaşmalarla ötelere savrulanların bugün yavaş yavaş bir araya geliyor olmasından muzdarip olanlar var. Çünkü biliyorlar bu buluşma, çoğullaşma arttıkça onların varlık ve güç buldukları alanlar azalacak. O yüzden de sürekli seçim sonrası felaket senaryolarını dolaşıma sokuyorlar. Yarınlara, değişime, sadece güce yakın olanların değil herkesin makbul, muteber olduğu düzleme olan ümidi yok etmeye çalışıyorlar. Ancak yine sosyal medyada ironisi yapıldığı üzere, aynı fotoğrafa girmekten çekinmeyen bu çoğulluk artık bu taktiklerin de farkında… O yüzden de farklı bir seçim sürecinde olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Siyasi muhalefetin de toplumdaki bu dönüşümü doğru bir şekilde okuyup ona göre aksiyon alması, duruşlar sergilemesi, normalleşme için hayatiyet taşıyor.
Cumhur İttifakı destekçileri bir yandan da Altılı Masa’yı oluşturan siyasi ve toplumsal muhalefeti “Hubbu Ali değil buğzu Muaviye” motivasyonuna sıkıştırmaya çalışıyor. Oysa oluşan karşıtlık kişilere değil o kişilerin oluşturduğu sisteme. Bu sistemsel çöküş, ekonomik kriz, deprem, sel, yaşanan her felakette iyice berraklaşıyor. Daha da önemlisi bu çöküş fark edilmediği gibi seçim vaadi olarak da aynı hat gösteriliyor. “Seçimler 14 Mayıs’ta, sonrasında herkese hak ettiği muameleyi yapacağız” cümlesinde veciz bir şekilde anlatıldığı üzere ‘yerli ve milli’ olanlara, yani bugünün makul ve makbul vatandaşlarına olabildiğince geniş haklar, kazanımlar; ötekilerine ise keyfiyet hukukuna devam edilecek. Bu yönüyle bakarsak gerçekten de kader seçimindeyiz.