Belirsizlik Gündeminde Göçmenlerin Sesi

Suriyelilerin kitlesel olarak geldikleri günden beri mülteci meselesi etrafındaki temel konu belirsizlik oldu. Bu belirsizlik, mültecilerin hayatlarını olduğu kadar onları kabul açısından da olumsuz etkiler oluşturdu, oluşturuyor. 2016 yılında yüksek lisans tezim için yaptığım saha araştırmasında da belirsizliğin Suriyelilerin gündelik hayatlarını, aidiyetlerini ve gelecekle ilgili öngörülerini nasıl etkilediğini yakından gözlemleme fırsatı bulmuştum. Olabildiğince farklı sosyokültürel-ekonomik arka plandan gelen Suriyelilerin değerlendirmeleriyle bu belirsizliğin nasıl deneyimlendiğini resmetmeye çalışmıştım. Bölgedeki belirsizlik, savaşın sürmesi hem de yaşadıkları ülke olan Türkiye’deki gelecekleriyle ilgili belirsizlik onların gündelik hayatındaki ‘araf’ konumunu derinleştirdiği gibi, hareket alanlarını da daraltıyordu. O günlerden bu yana çok da değişmiş değil bu durum.

Göç Araştırmaları Derneği’nin Friedrich-Ebert-Stiftung Türkiye’nin desteğiyle hazırladığı Suriye’den Göçün 10. Yılında Sivil Toplum: Aktörler, Süreçler ve Öngörüler raporu da belirsizliğin altını şöyle çiziyor: “Suriyeli sivil toplum aktörlerinin gelecek 10 yıla dair ifade ettikleri belirsizlik, ülkede yükselen mülteci karşıtlığı ve sertleşen siyasi söylemlerden dolayı önünü görememekten kaynaklı endişeler, bugünün Türkiye’sinde devlet, sivil toplum ve mülteciler konusundaki düğümler hakkında da çok şey söylemektedir.”

Belirsizliğin temel argümanı olan ‘dönecekler mi yoksa kalıcı mı olacaklar’ tartışmaları, seçim sürecinde de önemli bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü her konuda iyice ayrışan seçmenin tek ortaklaştığı konu; mülteci karşıtlığı… Hal böyle olunca muhalefet ‘gönderme’yi seçim kampanyasında ana gündem haline getiriyor. İktidar da diğer konularda olduğu gibi Suriyeliler konusunda da hızlı bir dönüşle; Esad’la görüşme, uzlaşma sinyalleriyle seçimleri etkileme gücü olabilecek bir hamleye hazırlanıyor. Konunun asıl muhataplarının ne hissettiği, ne düşündüğü ise iyice görünmezleşiyor. Ki zaten bu görünmezlik, belirsizlikle birlikte akan bir konu olageldi. Araştırmaların büyük çoğunluğu mülteci algısı üzerine, onların algılarına ise çok az kulak verildi, veriliyor. Ekonomik krizle karşıtlığın iyice arttığı da malum. Karşıtlığın büyümesinde medyanın rolü çok etkili. Ancak geçtiğimiz günlerde bir sosyal medya sitesinde yer alan mülteci karşıtlığını adeta cisimleştiren bir habere gelen yorumların büyük çoğunluğunun destekten öte haberin olumsuzluğuna karşı olması sevindirici bir gelişmeydi.

Maduna Ses Girişimleri

Tüm bu karşıtlık çabalarına rağmen birlikte yaşama pratiği anlamında da önemli girişimler hep oldu. Ve bunlardan yeni başlayan iki girişim, göz ardı edilen mültecilerin hissiyatını, yaşadıklarını duymak anlamında önemli… Bunlardan ilki; “Türkiye’de yaşayan göçmenlerin karşı karşıya oldukları yabancı düşmanlığıyla ilgili farkındalıklarını ve öz saygınlıklarını artırmayı ve yerliler ile mülteci, göçmen ve yabancılar arasındaki empati ve diyalog kanallarının hayata geçirilmesini desteklemeyi hedefliyoruz. Bu yolla Türkiye’deki toplumsal yaşama olumlu yönde katkı sunmayı istiyoruz” hedefiyle yayına başladığını belirten Gurbet Hikayeleri. Daha önce pek çok farklı alanda sosyal sorumluluk faaliyetleri yürütmüş bir grup tarafından başlatılan bu projede; mültecilerin gündelik hayatındaki deneyimleri kendi anlatımlarıyla yer alıyor. Diğer bir girişim de; Göçmen Kadınlar Anlatıyor. Belgesel tadındaki bu videolarda Türkiye’de yaşayan farklı göçmen kadınların hayatlarına, tanıklıklarına yer veriliyor. İlk hikâyede 74 yaşındaki Fatma Mohammedi’nin hikâyesi anlatılıyor. İki girişim de Gayatri Chakravorty Spivak’ın ‘madun’ kavramsallaştırmasını hatırlarsak; çok önemli… Bu çabaların artması, seçim süreçlerinin oluşturduğu karşıtlığı ve olumsuz algıları dönüştürmek için de gerekli. Nihayetinde geri gönderme seçeneği oluşsa bile burada kalıcı olabilecek geniş bir kesimin olacağını göz ardı etmemek lazım.

Kalıcı Çözümler ve İşbirliği

Yukarıda bahsettiğim Göçün 10. Yılında Sivil Toplum raporu, bu yönüyle sivil alandaki işbirliği ve kapsayıcılığın önemine ve yapılması gerekenlere şöyle işaret ediyor; “Mültecilerle ilgili sivil alanın gelişimi için önümüzdeki dönemde Suriyeli ve Türkiyeli STK’lar arasında işbirliğinin gelişmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’ye küçük yaşta gelmiş ya da burada doğmuş genç kuşaklara bir gelecek vizyonu verilebilmesi, bir diğer önemli başlık olacaktır. Türkiye’de bulunan Suriyeli bir genç için liseyi bitirdikten sonra ne yapacağı, üniversite eğitimine devam edip edemeyeceği, edecek olsa sonrasında vatandaşlığa sahip olmadan iş piyasasına nasıl erişim sağlayacağı gibi konulardaki belirsizlikler önemli sorunlardır. Kuşkusuz bu gibi belirsizlikler genç kuşakların Türkiye’de bir gelecek kurmaları açısından büyük engel teşkil etmektedir. Yaptığımız görüşmelerde bu engeli aşmak yönünde atılacak ilk adımın göçün geçici olacağına dair söylemlerden vazgeçilmesi ve kalıcılığın tartışılabileceği alanların açılması olacağı belirtildi. Böyle bir değişimi desteklemek için göçün erken dönemlerinde son derece hayati öneme sahip olan acil ihtiyaçların giderilmesine yönelik mekanizmaların yerini sürdürülebilir ve kalıcılığı güçlendirecek programlara bırakması gerekeceğinin altı çizildi. Kalıcılığın gerektirdiği uyumun yardımlara bağlı yaşayan değil ancak kendi ayakları üzerinde durabilen ve bunun için gerekli donanımları edinmiş bir toplulukla mümkün olacağı vurgulandı. Diğer yandan bu gibi adımların Türkiye’nin hâlihazırda sahip olduğu yoksulluk sorunuyla mücadele eden toplumsal kesimleriyle birlikte düşünülmesi de gerekecektir.”

Site Footer