Son bir haftada sosyal medyada en çok paylaşılan ayet, Hucurât Suresi’nin altıncı ayeti olabilir: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın”. Ayetin bu kadar zikredilmesinin sebebi ise; Birgün Gazetesi’nde Timur Soykan imzasıyla çıkan ve bir haftadır gündemi alt üst eden haber… Aynı süreçte ‘üç harfli marketler’, özellikle de BİM aleyhine bir kampanya yürütülüyordu. Komplo teorileri havada uçuştu, sahipleri tarafından iftira olarak nitelendirilen nice haber-paylaşım yapıldı. Ama kimsenin aklına Hucurât Suresi gelmedi… Cerrahpaşa’da binlerce çocuğun cinsiyet değiştirdiği için sıraya girdiği gibi tevatürleri duyduklarında da hatırlamadılar ayeti; yalan haberlerle, altlıklarla oluşturulan diğer gündemlerde de…
Haber yayınlandıktan sonraki tepkisellik önceki zamanlarda yaşananlar gibiydi. Önce bir sessizlik, görmezden gelme… Bakanlığın müdahilliği, iktidar sözcüsünün yorumlarıyla bu aşama mecburen terkedildi. Ardından H.K.G’nin kardeşlerinin ‘psikolojisi bozuk’ demeye getirdikleri açıklamalar ve fotoğraflar karşı atak için kullanıldı. Üç konuda birleşti bu karşı ataklar, ‘siz önce flört eden çocuklara, evlilik dışı ilişkilere bakın’, ‘din düşmanı olduğunuz için böyle yapıyorsunuz’, ‘kız altı yaşında değildi, daha büyüktü’… Bir de mahcup bir şekilde fotoğraflar üzerinden kızın ‘rızası’ olduğunu ispat çabası… Şimdilerde savcılık dosyasındaki ses kayıtlarından sonra kerhen bir güncelleme geldi. ‘Fasık’a takılıp kalmamak lazımmış, devlet müdahil olduysa mevzu bahsedildiği gibi olabilirmiş. Diğer dini kurumlarda, vakıf ve yurtlarda yaşanan taciz-tecavüz, istismar haberlerinde de durum aşağı yukarı bu şekilde yaşandı.
“Kol Kırılır Yen İçinde Kalır”
Meselenin taciz-istismar olması da gerekmiyor; tıp öğrencisi Enes Kara’nın bir cemaat yurdunda intihar etmesinin ardından da aynı şekilde savunma refleksleri gösterildi, baskı ortamlarının oluşturduğu sorunlar konuşulmadı. Bu tavra sebep olarak da; ‘karşı mahallenin’ toptancı yaklaşımı, din-dindarlık karşıtı çıkışları gösteriliyor; oysa bu tavır için zaten yeterince veciz bir sözümüz var; “Kol kırılır yen içinde kalır”. Hepsi neyse de, bir de mağdurun karşısında konuşlanıp, karşı tarafı aklama çabası vardı ki; tam bir el insaf durumu ve yukarıda bahsedilen ‘toptancı yaklaşımın’ bir sebebi de bu oluyor.
Daha önce de yazmıştım, bugünün dindarları, muhafazakârları; konu siyaset, ticaret, piyasa olunca dini yorumların güncellenmesini gayet kolaylıkla kabullendi, kabulleniyor… Ama söz konusu kadınları ilgilendiren, ataerkil konfor alanına giren konular olunca dini yorumları bırakalım, geleneksel, ataerkil toplumun dinin içine dahil ettiği konuların bile konuşulmasına-yeniden yorumlanmasına yanaşmıyorlar.
Çocuk Yaştaki Anneler
Nikâh meselesi de böyle… Diyanet nihayet çok açık bir şekilde “hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek ‘rüşt yaşına’” işaret etse de geleneksel yorumda evlilik için adet görme, yani büluğ yeterli görülüyor. Sadece cemaat ve tarikatlarda değil, geleneksel dindarlığın olduğu yerlerde de 14-15 yaş, evlilik için ‘normal’ görülüyor. TÜİK’in verilerine göre 2021 yılında 7.190 çocuk doğum yaptı. Doğum yapanların 117’si 15 yaşın altındaki çocuklar oldu. Yine aynı verilere göre, 2001-2021 yılları arasında toplam 569.383 çocuk doğum yapmış. Kayıtlara girmeyenlerle bu sayının daha yüksek olduğunu belirtmeye gerek yok.
Bir haftadır gündemi meşgul eden olayda H.K.G’nin altı yaşındayken kendisine nikâh kıyıldığını söylemesi herkesi haklı olarak şoke etti. Oysa altı kadar 13-14 yaş da şoke edici olmalı. Ama bu olayda gördük ki; 13-14 yaş normal gibi gösterilmeye çalışıldı, fotoğraflar üzerinden ‘yetişkinlik’ imalarıyla… H.K.G, savcılıktaki ifadelerinde bu durumun, yani küçük yaşta nikâhın, evliliğin zamanla normal olduğunu düşünecek bir ortamın içinde kalıyor. İstenildiği kadar olmaz densin ama dini grupların büyük çoğunluğu için evlilik için adet görme yeterli görülüyor ve bugün artık regl yaşının 9-10’lara düştüğünü hatırlarsak; durumun vahameti iyice ortaya çıkıyor.
Kültürel Altyapı, Dini İnanış ve Yaşantılar
Gelenekle, yaşanan döneme uymayan yorumlarla yüzleşmek istenilmemesi böyle durumlar yaşandığında olanı tevil etmeye, mağduriyeti normal görmeye, gördürmeye vardırıyor. Konunun önemli bir yönü, bu duruma meşruiyet, normalleştirme sağlayan kültürel altyapı, dini inanış ve yaşantılar. İkinci yön ise; devletin, hukukun ve özellikle de sosyal politikanın alanı… Devlet bu alanı tamamen denetim dışı bırakmış durumda. Oysa yaş büyütmelerden, eğitim sistemine sokulmayıştan ve yargıya yansıyan olaylarda gerekli soruşturmaların yapılmasına kadar birçok alanda denetime, takibe ihtiyaç var. Bunu sadece taciz, istismar olayları için dile getirmiyorum; nihayetinde çok küçük yaşlardaki çocukların ağır ve kapalı bir eğitime, hele de yatılı devam etmesi başlı başına sorun.
Kendileri, dünyevileşmenin maddi-manevi imkânlarını, konforunu yaşarken toplumun büyük bir kesimi için en katı kuralların uygulandığı tarikat-cemaat yaşantısını ‘kutsal kale’ gibi korumaya çalışan iktidar muhafazakârlarının bu olayda yine sesi gür çıktı. Kendi çocuklarına kreşten-üniversiteye dünya standartlarında eğitimi hak görürken; başkaları için küçük yaşta çocukların ağır baskıyla eğitim gördüğü kursları, medreseleri savunuyorlar. Taciz-istismar olmasa da hem fiziki hem de çocukların ruhsal durumu açısından sağlıksız olan bu ortamların konuşulmasını, ‘dine savaş açılmış’ gibi göstermeye çalışıyorlar. Kendi gündelik hayatlarında hiç uymadıkları bu yaşam tarzına kutsallık atfedip, sorunlarını görünmez kılıyorlar. Bu ikiyüzlülük, kadının ikinci sınıf görüldüğü, mal-eşya gibi kaderinin önce babasının sonra kocasının insafına bırakıldığı sistemi büyüten en büyük mekanizma. Mekanizma, gücünü sadece bu yapılardan değil; okul müdüründen gazetecisine, vekilinden bürokratına, yargısına, ikiyüzlülüğün bayraktarlığını yapan herkesten alıyor…