Danimarka’da ilk kadın başbakana giden yolu açtığı yorumları yapılan Borgen dizisine dokuz yıl aradan sonra yeni sezon eklendi. Dizi, dijital platformlara taşınınca yeniden popüler olmuştu. Spoiler içeren bu yazıda dizinin teknik veya içerik analizinden öte; kahramanın ilk ve son bölümündeki iki kader anı çıkışı üzerinden, siyasetçilerin dönüşümü üzerinde durmak istiyorum.
Siyaset dünyasının çekişmelerine, medyayla ilişkilerine, yönetimde kapalı kapılar arkasında yaşananlara odaklanan bir dizi Borgen… Alışılagelmiş bir siyasetçi olmayan, sürpriz bir şekilde Danimarka’nın ilk kadın başbakanı seçilen Birgitte Nyborg’un hikâyesinde anlatılıyor tüm bunlar. Sadece siyasi hayatları değil onunla dönüşen gündelik hayatları da anlatılıyor kahramanların. Bu yönü bizim yapımlarda pek göremeyeceğimiz bir durum. Yani siyasetçilerin zaaflarını, gündelik hayatlarını tragedya gibi keskin ayrımlara gitmeden anlatabilecek yapımlara uygun bir popüler kültür dünyamız yok. Güldür Güldür’ün son birkaç bölümü hariç; mizah veya drama, siyasetle ilgili hiç yapım yok zaten. Geçmiş dönemlerde politik mizah konusunda bile daha açık bir alan vardı, şimdilerde tarihi dönemlerle ilgili hamaset dozu yüksek yapımlar revaçta.
Borgen’e dönersem, dizi Nyborg’u başbakanlığa götüren seçim öncesinde liderlerin birlikte katıldığı televizyon programındaki kader anıyla başlıyor (Liderlerin birlikte televizyon programına katılması bizde artık nostaljinin konusu). Ama onun hemen öncesinde iktidarı sarsacak bir belgeyi ilkesel bir tutumla reddedişini de görüyoruz. Ülkenin tartışmaları bugünümüzle uyuşuyor. Göçmenler, ekonomik kriz, içe kapanma eğilimi… Böyle bir ortamda eline tutuşturulan metinle değil doğaçlama bir metinle konuşuyor Nyborg… Çoğulculuktan, sosyal ve hukuksal adaletten söz ediyor. Ve bu karşılık buluyor.
Halkın teveccühü, siyasetçilerin cesur olduğu zamanlarda toplumu dönüştürme gücü olabileceğini hatırlatıyor. Siyasetçilerin cesur ve ilkeli çıkışı, siyasi başarı sağlamasından çok toplumu dönüştürme şansı açısından kritik öneme sahip. Asıl önemli olan bunun sürekliliğini sağlamak, siyaseten kaybetmeye yol açtığı durumda bile bu cesareti gösterebilmek… Barışa, çoğulculuğa ikna ettiği toplumu siyasi güç için tam tersine, milliyetçiliğe, tahammülsüzlüğe yöneltmemek.
Siyasete cesur ve ilkeli bir giriş yapan, önüne çıkan tüm engelleri bu ilkeler doğrultusunda aşan, siyasetteki yozlaşmaya karşı yeni parti kurarak sıfırdan başlamaktan çekinmeyen Nyborg’u yeni sezonda tam tersi bir şekilde ‘dönüşmüş’ buluyoruz. Motivasyonu artık hizmet, ilkeler değil siyasetin, iktidarın devamıdır. Ve tam da böyle düşünen liderlerin yaptığını yapar, ‘amaç için her yol mubahtır’ anlayışındakilerle yol yürümeye devam eder. Doğruyu söyleyen dostlarını yanından uzaklaştırır hatta onları harcamaktan çekinmez. Nihayet çok geçmeden bu kazanmanın aslında ‘kaybetmek’ olduğunu görür, ilk baştaki kader anı gibi yine ‘gönülleri kazanacak’ bir yol bulur. Her bölümde siyaset dünyasına seslenen epigrafların yer aldığı dizinin bu bölümündeki Seneca alıntısı çok manidar… “Aslında zor olduğu için cesaret edemeyeceğimiz şeyler biz cesaret edemediğimiz için zordur.”
Nihayetinde bir diziden, üstelik Danimarka’da geçen bir diziden bahsediyoruz; mutlu son kolay. Gerçek dünyada hele de bizim tanık olduklarımızda bu çok mümkün olmuyor. Dizisi yapılır mı yapılmaz mı bilmiyorum; ama siyasetçilerin dönüşümüne, başladıklarının tam tersi bir duruşu içselleştirmelerine tanık oluyoruz sürekli. Davanın nasıl ‘ikbal’ kavgasına döndüğünü, yaşanan yozlaşmanın hamasetle nasıl örtüldüğünü, nasıl sineye çekildiğini, iktidarın çürütücülüğünü ve daha nicesini ibretle görüyoruz. İbn Haldun’un asabiyet teorisinin dilden düşmediği dönemlerde oluyor bütün bunlar üstelik.
İbn Haldun’un ‘çöküşe sebep olarak gördüğü’ durumların yaşanmaması için önerdiği ortak akıl, istişare hem kadim hem de modern zamanların çözüm yolları. Liyakati önemsemek, sokaktan, sahadan kopmamak, eleştiriye açıklık da siyasetçiler için dönüşümü olumlu yönde sürdürmede önemli. Ama tabii önce bu dönüşümü ve topluma yansıyan tahribatı görmek şart.