“Dünya adil bir yer ise bizim de erdemli olmamız çok zor değil. Lakin dünyada adaletsizlik egemen ise adaletsizlikten alacağımız payı mı artıracağız yoksa adaletin tesisi ile mi uğraşacağız.? Buradaki cevaplarımız her birimizin parmak izleri gibi kendine özgü. Hayatın ilk sillesini yiyene kadar adaletten yana olduğunu elde etmek çok ayırt edici bir özellik değil. Asıl mesele ilk hayal kırıklıklarını sağaltacak toplumsal pratiklerimizin ve yetkinliğimizin olup olmadığı.” Bu satırlar geçtiğimiz ay Gezi Davası’nda tutuklanan Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu direktörü Hakan Altınay’ın İyiliği Düşünmek kitabında yer alan “Medeni-Müşterek-Muhabbet” başlıklı yazısından. Altınay, yazısında iyiliğin sınırları, bu topraklardaki karşılığı üzerinde düşünürken; iyilik halinin sınanma anlarında kendi deyimiyle ‘hayal kırıklıklarında’ sürdürülebilmesinin önemine şöyle vurgu yapıyordu; “Kötülüğe cevabını geliştirmemiş bir iyilik güzellemesi ise eksik olmanın ötesinde büyük ve yanıltıcı bir hata olur.”
Sadece iyilik için değil, adalet, dayanışma gibi insani duygular için de geçerli bu… Küresel Vicdan kavramını dünyaya kazandıran, onu küreselleştiren bir eğitimci olarak Hakan Altınay, bu konudaki tutumunu yıllar önce verdiği bir röportajda şöyle ifade etmişti: “Dostlarımız için ne isteyeceğimizi aşağı yukarı biliyoruz. Özgürlükçü demokratlığın ölçüsünü ‘düşmanın için ne istediğin’ belirler. Benim için haklar, düşmanlarım için bile savunmaya hazır olduğum şeylerdir.”
Hrant Dink’in “Başkaları da var, ya birlikte yaşamayı öğreneceksiniz ya da birbirinizi tüketeceksiniz” cümlesiyle ortaya koyduğu düsturla, geniş bir vicdan hareketinin kurulması, en azından etrafında düşünülmesi için yıllarca uğraştı Hakan Altınay. Diğer bir uğraşı da onun dilinden eksik etmediği ‘bir selam kadar yakınlıktayız’ bakışıyla uzak düşmüş, aralarına barikatlar örülmüş gençlerin birbirlerini gördüğü, duyduğu ve tahkir etmeden konuşabildiği bir okul kurmak oldu, Boğaziçi Siyaset Okulu… Çünkü ona göre, “Türkiye hâlâ birbirinin vicdanından vazgeçmemiş insanların ülkesi”ydi. Bu toprakların vicdanına da hep güvendi: “Birbirimizin rızasını almak bizler için önemlidir çünkü hukukun biraz da birbirimizle ilişkilerimizde damıtıldığını, oluştuğunu biliriz. Helalleşememek bizim için bir eksikliktir, çünkü herkesin birbirinin sicil amiri olduğunu biliriz. Belki de o yüzden devlet sopası olmadan dayanışmanın nasıl oluşabildiğini göstererek Nobel ekonomi ödülünü alan Elinor Ostrom bu ülkedeki balıkçılara bakarak varmıştır ilk sonuçlarına. Muhabbet, sohbet bizim için önemlidir. İlişkileri koparmamaya özen gösteririz… Eğer kesintiye uğrarsa, araya soğukluk girerse, barışmak için fırsat ararız.”
“İnşallah Birbirimizle Geçinmenin Yolunu Buluruz”
Yaptıkları, tarzı ‘naif’ olarak görülse de böyle düşünmekten ve o yüzden de muhabbet, dayanışma, müşterek demekten vazgeçmedi. Geçtiğimiz yıl Medyascope TV’de Avrupa Siyaset Okulu’nu ve okul bünyesinde hazırladıkları ‘Memleketimden Dayanışma Manzaraları” kitabını konuştuğumuz sohbette yeri gelince bu iyimserliğini, davayla birlikte gündelik hayatta yaşadığı sıkıntılara rağmen ‘devam etme’ motivasyonunu nasıl bulduğunu sormuştum…
“Her toplumda ayrışma ve birleşme dinamikleri aynı anda oluyor. Bazen kantar belli bir tarafa doğru kaçıyor. Sevgi ve muhabbetin dilinin diğer toplumlarda nasıl olduğunu hasbelkader biraz araştırmaya çalıştım. Yunus Emre ve Mevlana’dan daha güzelini söyleyeni bulamadım. Bu topraklarda yaşıyor olma şansına, onuruna, ayrıcalığına sahipsek, biraz onlardan öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aynı zamanda Hrant Dink de bu topraklardan çıktı. Ben onu tanıma ayrıcalığına sahip oldum, olağanüstü bir insandı. Buralı olmaktan başka bir şey istemeyen bir insandı. Kendini buralı insanlara anlatmayı önemsedi, başka bir şeyi de önemsemedi. Bu tür insanların yaşadığı yerlerde yaşıyorsak onlardan bir şey öğrenmek boynumuzun borcudur. Kendimi onlarla karşılaştırmıyorum ama aklımız, yüreğimiz, emeğimiz yettiği sürece bunu yapacağız.
Bu işler olmayacaksa vaz mı geçeceğiz? Vazgeçme niyetinde değilim. Olmayacaksa, kaybedeceksek bile mutlaka bulunduğu durumdan biraz daha iyi olmasına yarıyordur. En azından dört yüz insan karşı tarafın da arada sırada haklı olabileceğini düşündüğünde daha güzel bir toplum olacağız. Zaten kimsede bütün toplumu bir seferde değiştirebilecek güç olmasın zaten. Hepimiz birbirimizi ikna ederek, yavaş yavaş, sabırla ilerleyelim. Ömer Madra’nın dediği gibi yavaş, yatay, yerel. Acelemiz yok, daha aceleci işlerde de çalıştım, aceleyle yapılan işler yine aynı aceleyle gidiyor. Dolayısıyla 80 milyonuz, hepimiz birlikte yaşayacağız, inşallah birbirimizle geçinmenin yolunu buluruz.”
Geçtiğimiz ay Hakan Altınay ve Osman Kavala başta olmak üzere Gezi Davası’yla yıllardır keyfiyete maruz kalanlar için bambaşka bir hukuksuzluk yaşandı. Daha önce beraat, tahliye verilen suçlamalardan bu kez tutuklama geldi.
Altınay cezaevinden gönderdiği ilk mektubunda, Amerika’nın verdiği ‘Green Card’ını iade eden, bu topraklardan umudunu hiç yitirmeyen bir eğitimci olarak ‘kaçma şüphesi’nin ‘edepsiz bir iftira’ olduğunu belirterek yine ortak vicdan duygusunun önemine işaret ediyordu: “Eğer bir toplumun güven, erdem, vicdan örüntülerini bu kadar pervasızca parçalarsanız, o topluma çok ama çok büyük zarar verirsiniz. Birbirimizin vicdanına asgari bir güven duyamadığımız gün, toplum olarak parçalanmaya başladığımız gündür. Bunun vebalini taşıyabileceğimizi sananlar, en başta çocuklar tarafından lanetle anılacaktır.”
Satırlarındaki hüznü daha yıllar önce yazdığı bir yazısından anlamlandırmak mümkün… “Kendimize, ülkemize dair hayallerimizin bir türlü tam gerçekleşmiyor olmasından mıdır acaba bu hüzün?”
Yazının başındaki İyiliği Düşünmek kitabındaki Altınay alıntısına dönersek… Bu sadece Hakan Altınay’ın sınanması değil… Ki o uğradığı tüm haksızlığa, iki yaşındaki oğlundan, sevdiklerinden haksız bir şekilde koparılmasına rağmen; ‘adalet, dayanışma, vicdan, muhabbet’ demekten, bu toprakların vicdanına bel bağlamaktan geri durmuyor. Dört duvarın içinden selam vermeye, muhabbet etmeye devam ediyor. “Bir toplumu esasen ortak vicdanı bir arada tutar. Birbirimize kulak vermeden, hemhal olmadan ortak vicdanımızı ayakta tutamayız. Ortak vicdanımıza, muhabbetimize zarar vermenin vebalini hiçbirimiz taşıyamayız.”
Asıl sınanma, imtihan bizim. En çok da cezaevinden yazdığı ikinci mektubunda seslendiklerinde…