Hafıza Merkezi’nin Gökçer Tahincioğlu editörlüğünde hazırladığı Kayıp Hafıza kitabı, yakın tarihin ‘cezasızlıkla’ sonuçlanan davalarına ve bu davalara karşı yürütülen adalet mücadelesine odaklanıyor. Geçmişe yönelik inkâr ve unutmaya karşı yürütülen bu hatırlama- hatırlatma çabalarına, havsalaya sığmayan yeni mağduriyetler, tanıklıklar ekleniyor.
Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu Direktörü Hakan Altınay’ın 25 Nisan’a ertelenen Gezi Davası’nın karar duruşmasındaki savunmada yer alan şu cümlelerini sosyal medyadan okuduğumda Aysel Tuğluk için düzenlenen basın toplantısından yeni çıkmıştım… “İnsanın aklını yitirmesi işten değil. Sayın hâkim nasıl yol alacağız? Hakikati nasıl tespit edeceğiz?” Zihnimde, Tuğluk’un yeğeni Gülsen Yüksel’in yaşananları anlamlandırma çabasındaki şaşkınlık, basın açıklamasını güçlükle tamamlayabilen Deniz Türkali’nin hüzünlü sesinin tınısı dolanıyordu. Ailenin, ‘Hatun Anne’nin cenazesinde yaşananları henüz konuşmaya, yüzleşmeye imkân bulamamışken; Aysel Tuğluk’un günden güne ilerleyen hastalığıyla karşı karşıya kalmanın verdiği şaşkınlık ve üzüntüyle boğuştuğunu söyledi Yüksel… Bunlara rağmen içlerinde halen bir adalet beklentisi olduğunu ve onu bulamamanın hayal kırıklığını ise şöyle özetledi: “Devletin bu durumda onu cezaevinde tutmayacağını düşünüyordum. Tüm yaşananlara rağmen adaletin olduğunu, bırakılacağını sanıyordum. Yaşananları aklım almıyor.”
Hukukun keyfiyetle intikam ve cezalandırma aracına dönüştüğü bir ortamı anlamlandırmak mağdurlar için olduğu kadar tanık olanlar için de kolay değil. Bazen terazi doğruyu gösteriyor ve hukukun içindekiler de yapılanı kabul edilemez buluyor. Geçtiğimiz günlerde Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, yıllardır yüzlerce kez soruşturma geçiren, göz altına alınan ve geçtiğimiz aylarda ‘üç ayrı örgüte üyelik’ gibi izahı zor bir suçla hakkında yıllarca hapis cezası verilen Kürt kadın hareketinden Ayşe Gökkan’a “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlamasından verilen 7 yıl 6 aylık hapis cezasını ölçüsüz ve orantısız bularak bozma kararı verdi. Ama bu adaletin tecelli edeceği konusunda umut oluşturamıyor, çünkü keyfiyet hukukunun olduğu yerde adaletten bahsetmek mümkün değil. Gezi Davası da böyle, Aysel Tuğluk gibi nice hasta tutukluyla ilgili durum da böyle…
Kartopunun İçindeki Taş
Yazar Karin Karakaşlı, Kayıp Hafıza kitabında yer alan yazısında, adaletsizlikle son bulan davaların kendisinde ‘kartopunun içine taş koyup fırlatan biri’ hissini uyandırdığını belirterek, “Adaletsizlikle son bulan her dava, kartopu kılıklı taştır. Hukuk süslü bir suç. Suçu örtbas etmek suçtan da beter. İlk başta her dava ölüm misali düştüğü yeri yakan ateştir. Ama konu insanlığa karşı suçlara geldiğinde, cezasızlıkla sonlanan ya da zamanaşımına terk edilen dosyalar sadece başa çarpan taşlı kartopu olmakla da kalmaz; o kartopu gider sinsice kımıldatır kar yığınlarını. Bir bakmışsınız koca ülkenin başına çığ düşmüş” cümlelerine yer veriyor. O çığ sadece altında kalanları yok etmiyor aslında; ona tanıklık edenler kadar çığı oluşturanları da yok ediyor, içten içe çürüterek.
Gökçer Tahincioğlu da kitabın sunuşunda, “Uygarlık tarihin başından bugüne insan, kendisiyle mücadele ediyor. Fazlasını isteyenler, soylu kavramların arkasına saklanıp istediği gibi davranma hakkını kendinde bulanlar, cezai müeyyideye bağlanmış kuralları kendileri için esnetebileceğini düşünenler, sonsuz iktidar arzulayanlar, farklı düşüneni yok etme hakkı olduğunu düşünen insanlar… Ancak tarih buradan yazılmıyor sadece. Tarih sadece zulmün tarihi değil. Bir de insan onuru için bütün bu yapılanlara karşı koyanlar, zulme boyun eğmeyenler, zulme uğramasa da zalime karşı sesini yükseltenler var” cümleleriyle betimliyor adalet mücadelesini…
Kadınların Adalet Mücadelesi
Masumiyet karinesi, suçun şahsiliği, işkence ve kötü muamelenin kabul edilemezliği ve daha nice temel hukuk kuralının aşınmasının, keyfiyetin norm haline gelmesinin, suç kavramının bile kişinin ‘makbullüğüne’ göre değişebildiği dönemin yılgınlığı, kadınları adalet mücadelesinden geri bırakmıyor. Emine Sağyaşar gibi aylardır adalet nöbeti tutan da var, Aysel Tuğluk İçin Bin Kadın girişimiyle 55 ülkede hasta tutuklulara ‘ses’ olan da.
Basın toplantısında konuşan Aysel Tuğluk’un avukatı Elif Taşdöğen, her geçen gün durumunun kötüleştiğine şahit olduklarını aktarırken, ‘kız kardeşlik’ vurgusu yapılan açıklamada, “Aysel’in sağlığının geri dönülmez bir aşamaya doğru ilerlemesini izlememizi kimse bizden beklemesin. Onurlu ve insanca yaşama hakkına sahip çıkıyoruz. Bugün Aysel Tuğluk’un sağlık sorunlarının ciddiyetinden bahsediyorsak eğer, bunun en önemli sebebi haksız şekilde ve politik saiklerle hapiste tutulması ve annesinin cenazesinde kendisine, emniyet güçlerinin gözleri önünde, hiçbir adalet anlayışında yeri olmayan, büyük bir travma yaşatılmış olmasıdır. Bunun, tüm kadınların gasp edilmeye çalışılan hakları ile de ilgisi vardır. Kolektif olarak kontrol edilmeye çalışılan kadınlıkla, kadınların siyaset yapma hakkıyla, barış ve insan hakları mücadelesi ile yani özcesi hepimizin özgürlük hakları ile ilgisi vardır” denildi. Platform, Tuğluk tahliye edilene kadar mücadelesini sürdürmeye kararlı. Umarım adalet mücadelesindeki bu sesler çok geç olmadan duyulur…