Tedirginlik Çağı’nı Hatırlamak

Hem ulusal hem de küresel olarak eşitsizliklerin giderek derinleştiği; bireylerin, toplumların kurumlar, devletler, liderlerin kararları karşısında iyice kırılganlaştığı bir dönemdeyiz. Siyaset bilimci Prof. Dr. Evren Balta’nın ‘tedirginlik çağı’ kavramsallaştırması küresel olarak deneyimlediğimiz ve etkileri halen süren pandemiyle daha da anlam kazandı. “Tedirginlik Çağı: Şiddet, Aidiyet ve Siyaset Üzerine” kitabının çıktığı günlerde yaptığım söyleşide bu kavramsallaştırmanı şöyle yorumluyordu Evren Balta: “Gelecekten duyulan endişe, risklerin artması ve risklerin bertaraf edilmesinden, giderilmesinden artık tamamen kişilerin kendisinin sorumlu hale gelmesi, kalıcı bağların kaybı gibi toplumsal hayatı dönüştüren kimi önemli gelişmelerin yarattığı kalıcı tedirginlik hali…”

Çoğu ülkede yaşanan bu tedirginlikten, belirsizlikten, karmaşadan çıkış için ‘güçlü liderlik ve baskı ve kontrol mekanizmalarının gerekliliği’ çözüm olarak sunuluyor. Siyaset ve medya gücüyle toplum bu kabule zorlanıyor. Popülizmin, otoriter yönetimlerin dünyada giderek güç kazanmasının nedenlerinin arasında toplumlardaki bu kırılganlıkların yer aldığını söylemek mümkün. Denge, denetim, şeffaflık içeren mekanizmalar yerine merkeziyetçi ve kararların tek kişide toplandığı yönetimlerin daha hızlı çözümler sunacağı uzun süredir küresel olarak dayatılıyor. Bu varsayım, toplumlar nezdinde de kabul görüyor. Popülist sağcı siyasetçilerin güç kazanması ve Macaristan’daki seçimler bu yönüyle önemli örnekler.

Kutuplaştırma ve Nefret-Korku Siyaseti

Macaristan’da altı partinin ortaklaştığı ittifakın Orban karşısında niye başarılı olamadığıyla ilgili geniş değerlendirmeler yapıldı. ‘Orban’ı kendi silahıyla vurma’, yani kutuplaştırma siyaseti taktiğinin seçmen nezdinde itibar görmemesi ve bunun yeteceğini düşünerek seçmene ülkenin içinde bulunduğu sorunlar için bir çıkış yolu sunulmayışı saptamaları, Türkiye siyaseti için de önemli bir alan sunuyor bana kalırsa.

Macaristan, konu nefret ve kutuplaştırma siyaseti olunca; taklitçilerini değil bunu en iyi yapanı seçti. Türkiye’de de muhalefet son yerel seçimlere kadar tam da bu şekilde hareket ediyordu. Yani iktidarın uzun süredir sürdürdüğü ‘nefret-korku’ siyasetini taklit eden ve tek motivasyonu Erdoğan’ın gitmesi üzerine olan bir seçim stratejisi yürütülüyordu. Bu tutum çeşitli sebeplerle iktidarla mesafelenen tabanın bile tekrar iktidar etrafında kenetlenmesiyle sonuçlanıyordu. Çünkü uzun süredir iktidar tabanı da partisiyle ilişkisini daha çok ötekilerin korku ve nefreti üzerine bina ediyor. Yani partisine duyduğu bağlılık veya onun sorunları çözme inancından çok; diğer partilere olan korku ve nefret algısıyla hareket ediyordu. Kısacası konu kutuplaştırma olunca halkın bunu daha iyi ve güçlü olarak yapana (devlet imkânlarını ve medya gücünü de düşünürsek) meyledeceği, Macaristan örneğiyle tekrar test edilmiş oldu.

Sık sık dile getirilen ‘yapıcı muhalefet’ aslında istenmiyor. O yüzden ‘helalleşme siyaseti’ ile ‘Yarının Türkiyesi’ ittifakı çıkışlarına iktidar kanadından hakaretvari ve alaycı sert tepkiler yükseliyor. Halkın gözünde ittifakın meşruiyetini sarsmak için komplo teorileri havada uçuşuyor. ‘İman-inanç-kültür birliği yok’ diyen de var, ‘samimiyet’ testine tabi tutan, başka ajandalar yükleyen de. Sanki yıllardır siyasi pragmatizmde ve ‘kimler kimlerle beraber’ mottosunda baş döndürücü bir trafiğe şahit olmamışız gibi. 6’lı ittifak; birbirine benzedikleri için değil en benzer olanları arasında bile farklar olduğu ve bu farklılıklara rağmen bir araya geldikleri, temel ilkelerde buluşabildikleri için önemli. İktidarın yaşanan ağır ekonomik krizi yok saydığı, görmezden geldiği bugünler için bir ortak aklın oluşturulması da keza… Bunun için aynı inanç ve yaşam tarzında olmak gerekmiyor; eşit yurttaşlık, temel hak ve özgürlükler fikrinde buluşabilmek yeterli. Masanın bu konuda daha çalışması gerekiyor o ayrı…

Muhalefet ‘Çıkış Yolu’nu Göstermeli

Ekonomik krizden bahsetmişken; iktidar istediği kadar hayat pahalılığının olmadığını, alım gücünün düşmediğini söylesin ve hatta sadece muhalif belediyelerin yaptığı zamlara odaklansın; kriz tüm ağırlığıyla hissediliyor. Her kesimin bunu yaşama biçimi farklılaşıyor. Kırılgan grupları bırakın, orta sınıfların bile gıda fiyatları konusunda durup düşündüğü bir dönemdeyiz. Geçtiğimiz ay tarımda sürdürülebilirlikle ilgili bir araştırmada; görüştüğümüz çoğu kişi bu dönemi ‘öğün atlatarak, çeşit azaltarak, pahalı gıdaları tüketmekten kaçınarak’ geçirmeye çalıştığını kaydetmişti. Velhasıl bu yükü farklı tezahürlerde yaşamayan yok. O yüzden muhalefete düşen görev yoksullaşmanın yaşandığını ispatlamak, sürekli bunu sosyal medyadan dillendirmek olmamalı.

Yoksullukla nasıl mücadele edeceğini, ekonomik krizi nasıl çözeceğini söylemesi, yani bir çıkış yolu sunması gerekiyor. Ki ittifak partilerinin çoğu ‘sosyal politika’, ‘kalkınma’ eylem planları, yol haritaları hazırlamış, hangi mekanizmaların gerektiğini çalışmış durumda. Parti sitelerinde, sosyal medyada kısmen otel toplantılarında dillendirilen bu çalışmaların sahayla, toplumla buluşması elzem. Yani seçim dönemini beklemeden krize karşı ‘çıkış yolu’nu göstermek önemli. Her ülkenin durumu kendine has; ancak otoriterliğin yükselişinin küresel olarak deneyimlendiğini düşünürsek; muhalefetin motivasyonları noktasında da benzerlikler olduğunu görmek ve buradan ‘yerele has’ yol haritaları çıkarmak önem kazanıyor.

Site Footer