Yarının Türkiyesi Kadınlarsız Masalarla Kurulumaz

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” mutabakat metni için 28 Şubat’ta Ankara’da düzenlenen imza töreninde sunum yapanlar arasında hiç kadın siyasetçi olmayışı eleştirilere neden olmuştu. Partilerin bu konudaki savunması; sunumları yapan genel başkan yardımcılarının seçim işlerinden sorumlu genel başkan yardımcıları olarak metnin mutfağında çalışan kişiler olduğuydu. Ama zaten asıl eleştiri o masanın ilk baştan itibaren eksik kurulmuş olmasıydı. Bu eksik kurguya rağmen; metin, kadın-erkek eşitliğine epey önemli bir vurgu yapıyor. Bu vurguda kuşkusuz Eşik Platformu’nun uzun süredir sürdürdüğü savunuculuk ve lobi çalışmalarının etkisi var.

Metinde, kadınların; eğitim, çalışma hayatı ve karar alma mekanizmalarına katılımda büyük sorunlarla ve eşitsizliklerle karşı karşıya oldukları vurgulanarak, “Çoğulcu demokratik siyasal sistemin inşası ve güçlü bir toplum yapısı için kadının sosyal, siyasal ve ekonomik durumunun güçlendirilmesi esastır. Kadın-erkek eşitliğini sağlamak ve korumak öncelikli bir devlet politikası haline getirilecek; bu konuda yasal ve yapısal gereklilikler sağlanacaktır.” deniliyor. Mutabakat teknik bir yapılandırma metninden öte, bir ortak irade beyanı; o yüzden bir yol haritası içermiyor. Ama yapısal eşitsizlik vurgusuyla devletin bu konudaki yükümlülüğünü hatırlatması önemli.

Yarının Türkiyesi’nin konuşulduğu ve kadın-erkek eşitsizliğinin giderilmesi hedefinin vurgulandığı masanın kadınlarsız kurulmuş olması; siyasette kadın katılımını geniş bir şekilde tartışmaya açar diye ümitlenmiştim. Ama genel eleştiriler dışında gündeme gelemedi. Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin geleneksel olarak hazırladığı eşitlik karnesi, durumun vahametini sarih bir şekilde özetliyor. Kadının siyasette temsili uzun yıllardır kadın hareketinin ve sivil toplumun çalışma konusu. Ataerkil toplumun bu konuda dönüşüme hazır ve istekli olmayışı siyaset kurumunda da aynı şekilde deneyimleniyor. Sadece siyasette değil genel olarak çalışma hayatından eğitime kadın katılımının önündeki sorunlarda yapısal ve kültürel sorunlar ön planda.

Aile ve Evin Ağır Yükü…

İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün (İstanPol) geçtiğimiz aylarda hazırladığı “Kadının Siyasete Katılımı: Siyasal Hayatta Karşılaşılan Engeller ve Deneyimler” raporu da buna işaret ediyor. Araştırmada yapısal engeller açısından dikkat çeken önemli unsur olarak, aile kurumunun kadınların siyasi hayatı üzerindeki etkisine vurgu yapılıyor. Yine ev içi emek, çocukların bakımı ve eğitimi kadınların siyasete katılımı ve kalıcılığı noktasında zorlayıcı unsurlar olarak göze çarpıyor. Diğer alanlarda olduğu gibi siyaset alanında da kadınların ev ve çocuk ile ilgili ‘görevlerini’ siyasetle uyumlu hale getirerek yapması ‘başarı’ ölçütü olarak kabul ediliyor. Bu toplumsal rol yüküne, siyasetin ‘erkeklerin’ alanı olarak görülmesi noktasındaki bakış açısı da eklenince; kadınların siyasette var olabilmeleri büyük çaba ve özveri gerektiriyor. Sosyoekonomik güçlerdeki eşitsizlik, çalışma şartlarının yukarıda bahsedilen ‘görevleri’ tek başına yüklenen kadınlara göre düzenlenmemesi de eklenince kadınlar için siyasette aktif olmak iyice imkânsızlaşıyor. Engeller bununla da bitmiyor. Tüm aşamaları geçebilen kadınları aynı ataerkil bakışla kurumsallaşan siyasi parti yapıları bekliyor. Karar mekanizmalarının erkekler tarafından domine edildiği partilerde, kadınların temsili, kalıcılığı giderek güçleşiyor. Bir diğer çifte standart da konu kadınlar ve siyaset olunca liyakat ve yeterlilik tartışmalarının açılması. İstanPol’un araştırmasında yer alan katılımcılardan birinin bu konuda verdiği cevap durumu çok güzel özetliyor:

Mesela kadın aday olacaksanız mükemmel aday olacaksınız; üniversite mezunu olacaksınız, yabancı diliniz olacak veya yüksek lisans, doktora yapmış olacaksınız. Ama erkeklere bakıyorsunuz ilkokul mezunu biri aday oluyor. Kimse ona ‘Niye ilkokul mezunusun?’ demiyor ama kadın daha aday olacağı zaman diyor ki, ‘Ya ben işte lise mezunuyum, ben ortaokul mezunuyum, ben nasıl aday olayım?’

Kadınların siyasette temsili konusundaki bu yapısal ve kültürel engeller sadece Türkiye’deki kadınların sorunu değil. Diğer ülkelerdeki deneyimlerden de; kadınların temel haklara kavuşmaktan siyasete katılıma kadar sürekli mücadele ettiklerini biliyoruz. Bilgi Üniversitesi Çatışma Çözümü Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün 8 Mart vesilesiyle ortaklaşa düzenlediği etkinlikte izlediğimiz Dinozorlara Veda belgeseli, İrlandalı kadınların deneyimini birinci elden tanıklıklarla hikâyelendirmiş. Belgesel, 1998 yılında imzalanan Hayırlı Cuma anlaşmasına damgasını vuran Kadın Koalisyonu’nun kısa süren etkileyici öyküsünü anlatıyor. “Dinozorlara Veda Et” sloganı, Kuzey Kadın Koalisyonu’nu kurarak barış görüşmelerine parti olarak katılmak için altı hafta gibi kısa bir sürede fark yaratan kadınların seçim çalışmalarındaki sloganı…  Ataerkil toplumu, siyaseti domine eden eril söylemi simgeliyor; broşürlerinde yer alan dinozor çizimi. Dönemin ağır yükünü bizzat çektikleri halde, erkeklerin kapladığı masalarda temsil edilmeyen İrlandalı kadınlar, ideolojik bariyerlerini, çatışmalı süreçle gelen öfke ve acılarını kenarda bırakarak ortak bir hedefe kilitlenmişler. Parti kuracaklarını açıklamalarından, seçimleri kazanana kadar sürekli hakir görülen, çok tanıdık bir deyimle ‘mutfağınıza geri dönün’, ‘elinizin hamuruyla erkek işinize karışmayın’ tepkileriyle karşılaşan bu kadınlar, hepsi için oldukça zorlu geçen haftaların ardından seçimleri kazanır ve barış masasına oturmaya hak kazanır. Kadın Koalisyonu’nun barış masasına gönderdiği iki temsilci; Monica McWilliams ile Pearl Sagar olur.

Masaların Kalıcılığı ve Kadınlar

Ama sıkıntılar, ötekileştirmeler seçimlerden sonra da, hatta görüşmelerin yapıldığı odalarda da devam eder. Belgeseldeki tanıklıklarda kadınların tüm bu tepkilere ve ötekileştirmelere karşı gösterdiği dirençte ‘barışın sağlanması’ hedefine olan kilitlenme sıklıkla vurgulanıyor. Yani tüm bu çaba kadınlar için bir kariyer yolculuğundan öte; hem kendi gündelik hayatları hem de gelecek nesiller için ‘çatışmasızlığın’ ve ‘eşitliğin’ sağlanması gibi toplumsal bir motivasyon var. Ve o yüzden de erkeklerin iktidar ve kişisel çatışmalarını da taşıdığı masaların devrilmemesi için sabır ve kararlılık göstererek barış anlaşmasının mimarı olurlar. Barış anlaşmasının ardından dağılmış olsa da, bu oluşumun sonraki yıllarda kadınların siyasetteki temsili noktasında önemli bir toplumsal ve yapısal dönüşüm sağladığı aşikâr.

Belgeseli izlerken, fark yaratma ve toplumsal dönüşüm hedefinin, Türkiyeli kadınların büyük çoğunluğu için de siyasete girme noktasında etkili bir motivasyon olduğunu düşündüm. Erkeklerin aksine kadınlar siyaseti ‘ikbal’ olarak değil ‘dava’ olarak görüyor çoğunlukla. Sadece siyaset değil sivil toplum çalışmalarında da durum böyle. O yüzden kriz zamanlarında veya konu toplumsal dönüşüm olduğunda ideolojik bariyerleri, dayatılan barikatları, üretilen kutuplaşmayı daha kolay aşabiliyorlar. Yarının Türkiyesi’nden ve değişimden bahsediyorsak; masaların uzun ömürlü olması için ikballe davanın karıştırılmaması kadar bunu pek yapmayan kadınların siyasette eşit bir şekilde yer almasının önemini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Site Footer