Tuzun Kokması

Enes Kara, Dilara Yıldız, Nail Alnaif geçtiğimiz salı günü kaybettiğimiz üç insan… Sebepleri ve oluş biçimleri birbirinden farklı; ancak ortak bir yöne de işaret ediyor bu üç kayıp… İçinde yaşadığımız sistemin herkes için eşit, adil ve güvenli bir hayat oluşturmadığını, tuzun çürüdüğünü…

Dilara Yıldız bir avukat, çok iyi bildiği hukuk mekanizmaları onu şiddetten korumaya yetmedi, çünkü uzaklaştırma kararı verilen kişinin silahlı biri olduğunu göz ardı (!) edebilen bir mekanizma var ortada. Kadınların korunması için kurulan mekanizmalar ancak titiz bir şekilde yürütülürse ve bunun işleyip işlemediği denetlenirse çalışabilir. Aksi takdirde basit bir suiistimal böyle ağır sonuçları ortaya koyabiliyor, daha önceki cinayetlerde yaşandığı gibi.

Nail Alnaif yatağında öldürülen bir mülteci… Mülteciler siyasi partiler ve medya tarafından hedef haline getirilmeye, yaşanan sorunların sebepleri olarak gösterilmeye devam ettikçe; hakları güvence altına alınmadıkça meselenin çözülmesi zor. Hem iktidarın hem de muhalefetin oy kaybını göze alarak, Suriye’de durum ne olursa olsun göç pratikleri düşünüldüğünde büyük bir kesimin kalıcı olduğunu görerek, bu alanda normalleşmenin öncüsü olması gerekiyor. Bunun için de nefret cinayetleriyle, saldırılarıyla ilgili hukuki süreçlerin adaletle sonuçlanması, suiistimal edilmemesi önemli.

Başkalarını Suçlama Kolaycılığı

Enes Kara’ya gelince… Enes Kara, 19 yaşında niye yaşam sevincini kaybettiğini, kendisini bu kısır döngüye sürükleyen aile, cemaat, devlet; bütün herkesi ifşa ederek hayatına son verdi. İşaret ettiği her konu bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Ve bunlardan sadece birine odaklanmak, sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. İlki aile; çocuklarımızın sahibi olmadığımızı bilsek de içinde bulunduğumuz şartlar onları bazen baskılamaya sebep oluyor. Benim bireysel olarak bu acı kayıptan kendime çıkardığım ders, çocukları eğitim noktasında baskılamamak. Ki birkaç yıl önce bu duruma geleceğimi söyleseler inanmazdım. Çocuklarımızın geleceğinin önüne konulan ‘eleme sistemi’ ebeveyn olarak bizleri, çocukları sürekli telkin etmek ve bazen de sıkıştırmak zorunda bırakıyor. Çünkü özel okul seçeneği olmayanlar için gidilebilecek ‘nitelikli’ okul neredeyse yok. Zaten bir eğitim sisteminin kendi içinde bazı okulları ‘nitelikli’ yapıp diğerlerini yapmaması yeterince önemli bir sorun. Bu başka bir yazının konusu olsun.

Cemaatlere, tarikatlara gelince; kimi çevrelere çok rahatsız edici gelse de bunların sosyolojik bir tabanı olduğunun, ‘kapatmaların’ çözüm olmadığının en başta görülmesi gerek. Tabii bu hem eğitim hem de barınma gibi temel hakların devlet tarafından söz konusu yapılara bırakılmasını, denetimsizliğini ‘hoş görelim, kabul edelim’ demek değil. “Hangimiz cemaat evinde kalmadık, sabah namazına kaldırıldın diye intihar mı edilir” gibi tepkilerle geçiştirilecek bir olay değil bu… Nice gencin hem ailesinin yanında hem de yurtta, okulda bu tarz baskılara maruz kaldığını ve bunun hem bireysel hem de toplumsal olarak ağır etkileri olduğunu; siyasi ve gündelik hayattaki kazanımlar için ahlaki meşruiyetlerin göz ardı edilmesinin yeni nesillerdeki karşılığını görmek gerekiyor. Gençleri aile içinde hizalayamayınca ‘cemaatlerden’ medet ummaktan, yaşadıkları sorunların, dönüşümlerinin sebebini başkalarına, dijital platformlara bağlama kolaycılığından vazgeçmek gerekiyor.

Rehin Hissettiren Sistem

Enes kaldığı yurt ve ailesi kadar ‘tuzun kokmasından’ da muzdarip. Mektubunda yaşadığı döngüden kurtulmak için okulunu, evini değiştirmek, ailesinden uzaklaşmak noktasında niye irade gösteremediğini çok sarih bir şekilde anlatıyor. Yaşıtı birçok genç gibi ‘kendine bir gelecek göremiyor bu sistemde’. Ne aidiyet ne ekonomik ne de hukuki olarak bir çıkış yolu görebiliyor. ‘Dindar nesiller’ yetiştirme hedefindeki iktidara yıllar önce, “dindar genç yetiştirme; herkes için adil, çoğulluğu gözeten, eşit vatandaşlık temelli sosyal bir sistem inşa et yeter” demiştim. Onun yerine yeni imtiyazlı, makbul sınıflar oluşturma dışında mevcut sistemin kutsandığı hatta işleyen mekanizmaların bile aşındırıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Alın terine, emeğin kutsallığına vurgu yapılırken; rantların, torpilin, nepotizmin, liyakatsizliğin cirit attığı ve bunlar ortaya çıktığında da çok kolay normalleştirildiği bir sistem. Buna ekonomik sorunlar da eklenince sadece gençler için değil çoğu kişi için hayata tutunmak, geleceğe ümitle bakmak, sistemin değişebileceğine, herkes için eşitlik, adalet sağlanacağına inanmak zorlaşıyor. Yıllardır yazıp çiziyoruz, adil yargılama, suçun şahsiliği, masumiyet karinesi gibi en temel hukuki ilkelerin aşındığı bir ülkede gençler nasıl kendisini ‘geleceksiz’, ‘sıkışmış-rehin’ hissetmesin…

Enes’i geri getirmek mümkün değil ama onun isyanıyla işaret ettiği çözümsüzlüğü, sıkışmışlığı ortadan kaldırmak; sorunları tüm yönleriyle değerlendirip çözümleri de yeni sorunlar oluşturmadan uygulamak önümüzdeki en büyük hedef olmak zorunda. Bu sadece siyasetin sorumluluğu değil, toplumsal olarak da yapılabilecekler var. Gençleri görmek, duymak, oldukları gibi kabul etmek bu işin başı…

Yeri gelmişken SAHA’dan söz ederek bitireyim yazıyı. Sağlık alanında çalışacak gençlerin hem gündelik hem de mesleki sorunlarını konuşabilecekleri, dayanışma üretebilecekleri hiyerarşik olmayan bir yapı SAHA… Pandemiyle birlikte yaş ayrımcılığının artmasının aksine kuşakların birbirinden öğrenmesine önem vererek; gençlerin sorunlarını, geleceklerini konuşabileceği ve deneyim paylaşımı yapabileceği bir ortam oluşturuyorlar. Bu hepimiz için ihtiyaç…

Site Footer