Kaderin Üstünde Bir Kader: Kalıcı Eşitsizlik

Yılın son günlerini ağır bir ekonomik krizin gölgesinde geçiriyoruz. Aralık başında açıklanan Dünya Eşitsizlik Raporu, gelir adaletsizliğinin küresel ölçekte olduğu gibi Türkiye’de de derinleştiğini ortaya koyuyordu. Rapora göre, en zengin yüzde 10, tüm gelirin yüzde 54,5’ini alırken, en yoksul yüzde 50’nin payı sadece yüzde 12. Türkiye İstatistik Kurumu’nun geçtiğimiz haziran ayında yayınladığı gelir ve yaşam koşulları araştırması da bu verilerle örtüşüyor. TUİK’e göre, 2020 yılında en yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,2 puan artarak %47,5’e yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,3 puan azalarak %5,9’a düştü. Verilerde yoksullaşma oranının da arttığı belirtiliyor.

Yaşanan son dalgalanma düzenli geliri olanların alım gücünü iyice düşürürken, normal şartlarda üretimleriyle geçinebilecek durumda olan çiftçiler için en önemli maliyet olan mazot-gübre-yem fiyatlarını iyice başa çıkılmaz hale getiriyor. Yaklaşık bir haftadır süren saha çalışmasında çiftçilerin karamsarlığına, sıkıntılarına birebir tanıklık ettik. Karşılaştığımız çiftçilerin gündemi, tıpkı ülkenin dört bir yanındaki herkes gibi dolardaki artıştaydı; son birkaç yıldır üretimi kredi ve borçlanmayla sürdürdüklerini bu artışlarla önümüzdeki dönemde üretim yapamaz hale geleceklerini söylediler. Kırsalda korunaklı bir gelecek ancak yevmiyeli işçi tutmadan tarım yapabilecek geniş ailelerde, aile fertlerinden bazılarının düzenli geliri olması durumunda mümkün olabiliyor… İcarla üretim ya da yalnız başına üretim yapan kesimler için geçinebilmek mümkün değil ve temel gıda malzemelerinden bile kısarak hayata devam edebiliyorlar.

Döviz artışı, enflasyonla hepimiz ekonomik adaletsizliğe odaklansak da siyasi-hukuki, sosyo kültürel eşitsizlikler noktasında da makas iyice açıldı.  Aynı gemide olmadığımızı, korunaklı bir geleceğin ancak sosyo-ekonomik siyasi arka planlarla mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz. Sürekli vurgulanan ‘adalet’ vurgusunun kağıt üstünde kaldığını, eşitsizlikleri giderek kalıcı hale getiren sistemi; çiçeği burnunda Maliye ve Hazine Bakanı Nureddin Nebati’nin  “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. 1000 çalışanımız var. 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim. Ben babadan görme bir insanım. Babamın bana bıraktıklarını kaybederim. Ben bunu göze alır mıyım?” sözleri çok veciz bir şekilde ortaya koyuyor. Ki burada bin çalışanın durumuyla kendini ‘patron’ olarak da gören Bakan’ın aynı şekilde olmayacağını, ‘çoktan çok azdan az gitmediğini’ sosyo ekonomik pratiklerimizle bildiğimizi de vurgulamayı ihmal etmeyelim. Patronların kendilerine yeni gelecekler inşa etmesiyle çalışanların hayata tutunabilmesi aynı olmuyor nitekim.

Kalıcı ve Hak Temelli Çözümler

Kalıcı eşitsizlik, eşitlik üzerine kurulmayan sistemlerde bu eşitsizliğin doğal bir durum olarak içselleştirilmesi anlamında kullanılıyor. Bakan için babadan kalan sosyo-ekonomik güce, ticari ve siyasi güçler eklenmesinin tam tersi olarak, güçsüzlüğün, yoksulluğun devredilmesinden söz ediyoruz. Sosyal devlet tam da miras alınan eşitsizliği,  eşit yurttaşlık prensibiyle çözmek için varken, bunun ancak kağıt üzerinde veya seçim programlarında vurgulandığını pratikte daha da derinleştiren bir yapıya dönüştüğünü görüyoruz. Sosyal devlet, hak temelli bir bakış yerine, vakıf, dernek, parti teşkilatlarıyla sosyal yardımı ‘sadaka-hayırseverlik’ üzerinden rıza oluşturarak sürdüren bir yoksulluk yönetimi durumu yaşanıyor. Ve bu durum dezavantajlı kesimlerin temel haklara erişiminin devletin sorumluluğu ve güvencesinde noktasında hissetmediği bunu ancak partilere, kişilere, kurumlara bağlı olduğunu içselleştirmesiyle sonuçlandı. Tıpkı siyasi, kamusal, demokratik haklar gibi…

Ekonomik eşitsizliklerdeki diğer bir sorun, siyasi alanlardaki karşıtlığın, rövanşist tutumun bu alanda da inşa edilmesi. Yani ekonomik sıkıntıların, gelir adaletsizliğinin, kalıcı eşitsizliklerin sebebinin sistem değil başka kesimler olduğunu düşünme hali. Yaşam tarzı güvencesi konusunda vatandaşlar birbirine karşı konumlanırken, sosyo ekonomik olarak da talepler ötekinin karşıtlığı üzerine kurgulanıyor. Asgari ücrete yapılan düzenlemeye gelen tepkileri, gelir yoksulluğunun tüm kesimler için yaşandığını ortaya koymak ve siyasi talebe dökmek yerine; durumu nihayet biraz iyileştirilen ötekine yüklenme odaklanma halinden söz ediyorum. Alt, orta sınıf kıyaslarıyla kesimleri karşı karşıya getirmek de buna dahil. Ekonomik sıkıntıların sebebi, Suriyelilerin gelişine bağlanıyordu şimdilerde ise asgari ücretlilere fatura kesiliyor ki bunda siyasi mühendisliklerin payı büyük.

Burada siyasete, muhalefete büyük bir görev düşüyor. Hem adalet hem de ekonomik anlamdaki eşitsizliklerin keyfiyetin çözümü için yapısal ve bütüncül çözümler geliştirmek, sosyal hak merkezli politikalar oluşturmak ve eşitlikçi demokratik bir sistem kurmanın mümkün olduğunu vatandaşlara göstermek, ikna etmek zorundalar. Özellikle yoksullukla, kalıcı eşitsizlikle mücadelede bütünsel bir bakış çok önemli. Çünkü farklı tezahürleri yaşanan bu eşitsizliklerin çözümü ancak bütünsel bir bakışla mümkün. Örneğin kadın yoksulluğunun çözümü, sadece istihdam, gelir gibi yöntemlerle değil kadın erkek eşitliği, sosyal güvence gibi kavramlarla ilişkili olduğunu daha yapısal sorunlar içerdiğini, ev içi, yaşlı-engelli bakımını kadınlara yüklerken başka sorunların ortaya çıktığını görmek gerekiyor. Tüm bu yapısal sorunları çözerken, aslında temel sorunun eşit yurttaşlık temelinde, demokratik çoğulcu bir şekilde herkesin kendini içinde var edebildiği bir sistem olduğunu görmek gerekiyor. Ez cümle, sistemlerin adı değil mekanizmalarının nasıl işletileceği önemli.

Site Footer