İklim krizinin de etkisiyle doğal afetlerin arttığı bir süreçle karşı karşıyayız. Doğal afetler, sel, deprem, kuraklık gibi fizyolojik hareketler sonucu oluşsa da, afet kavramı genel itibariyle uzun zamandır belirli sosyal bağlamlar içinde tartışılıyor. Çünkü bir doğa olayının afete dönüşüp dönüşmediği sorusunun cevabı, söz konusu olayın etkilediği grupların onunla baş etme kapasitesi ve kırılganlık durumuyla ilintili… Etkin bir risk yönetimiyle afetlerin yıkıcı etkilerinin azaltılıp kırılgan grupların güçlendirilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Afet, kırılganlık ve risk yönetimi dediğimizde de aklımıza ilk önce kadınlar geliyor. Çünkü araştırmalar, kadınların doğal afetlerden etkilenme oranlarının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda en çarpıcı araştırmalardan birini Eric Neumayer ve Thomas Plümper, 2007’de yayınladı. (1) Araştırmada, doğal afetlerde ölenlerin büyük çoğunluğunun kadın olduğu; bu durumun sadece biyolojik veya fizyolojik farklarla açıklanamayacağı ve toplumsal kodlara bakmak gerektiği belirtiliyordu. İngiltere çıkışlı uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın ortaya koyduğu bulgular, Bangladeş’te 1991’deki kasırgada ölen 140 bin kişinin %90’ını kadınların oluşturduğunu; Avrupa’da 2003 yılında yaşanan sıcak hava dalgası sonucu meydana gelen kadın ölümlerinin erkeklerden fazla olduğunu; Hindistan, Sri Lanka gibi ülkelerde deprem sonrası yaşanan tsunamilerde yine hayatını kaybeden kadın sayısının erkeklere kıyasla daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. (2)
Afet öncesi ve sonrası politikalar hazırlanırken toplumsal cinsiyet eşitliğinin gözetilmesi bu sebeple hayatiyet taşıyor. Bunun için kadınların afetlere hazırlık aşamalarından itibaren politikalara dahil edilmesi gerekiyor. Kadınların toplumun yarısını oluşturduğunu düşünürsek, bu potansiyelin değerlendirilmesi ve afet politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından daha kapsayıcı ilkelerle biçimlendirilmesi, afetlerin zararlarının azaltılmasında etkili olacaktır.
Yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiğim Selin Ardı Kadın belgeseli kapsamında Düzce ve Adana’da kadınlarla yaptığım görüşmeler sırasındaki gözlemlerim söz konusu kapsayıcılık ihtiyacını destekler nitelikte. Sel sırasında evlerinde mahsur kalan kadınlar, birbirlerine güç vermek için ‘sakin kalmaya’ çalıştıklarını, etraflarındakilere destek olmak için yaşadıkları ‘korkuyu’ gizlemeye çalıştıklarını belirtiyorlardı. Sellerin ardından evlerin tekrar yaşanabilir hale gelmesinde temizlik, düzen oturtma gibi işleri toplumsal rollerle üstlenen kadınlar, oluşturulan koordinasyon, iyileştirme komisyonlarında bu nedenlerle yer alamıyor, süreç yönetiminde katılımcı olamıyor. O yüzden de travmalarının travma başta olmak üzere ihtiyaçlarının genel itibariyle göz ardı edildiğini kaydediyorlardı. Afetlere maruz kalan kadınlar, afet yönetiminin tüm süreçlerinde kadınların varlığının, onların ihtiyaçlarının fark edilmesinin, talep ve sorunlarının ilgili mercilere iletilmesinin, sıkıntılarının paylaşılmasının kendileri için ‘normalleşme’ anlamında önemli olduğunu belirtiyorlar.
Güncel araştırmalar ve kadınların afet yönetimindeki hayati önemi
Gül Yalçın’ın Hacettepe Üniversitesi’nde 2020’de Türkiye ve Japonya’da yaşayan kadınların depremlere yönelik deneyimleriyle ilgili yürüttüğü araştırmada elde ettiği bulgular, kadınların politikalara dahil edilmesinin gerekliliğini afet öncesi, afet sırası ve afet sonrası olmak üzere üç aşamada ele alıyor. (3) Afet öncesinde kadınların eğitim kapasitelerinin artırılmasının hazırlık noktasında önemli olduğunun vurgulandığı araştırmada, kadınların afetlere hazır olmasının ailenin hazır olmasına etki ettiği de belirtiliyor. Araştırma Japon kadınların bu yönüyle Türkiyeli kadınlara göre daha donanımlı olduklarını, STK ve kamu işbirliğiyle ülkede yürütülen teorik ve pratik afet eğitiminin, afetlerle başa çıkma noktasında olumlu etki yarattığını ortaya koyuyor. İki ülkeden kadınların ortaklaştığı konu, kadınların bilinçli ve duyarlı yaklaşımlarıyla müdahalenin ilk ve sonraki aşamalarında, gerek kadınların ihtiyaçlarının tespitinde ve temininde gerek diğer yaşamsal yardım faaliyetlerinde önemli rol oynadıkları, sosyal ağları vasıtasıyla hızlı bir şekilde seferber oldukları, güçlü liderlik ve dayanışma sergiledikleriyle ilgili.
İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Nilgün Okay ve Prof. Dr. İpek İlkkaracan da, 2018’de Dirençlilik Dergisi’nde yayımladıkları makalelerinde, kırılganlıklarına rağmen, kadınların afetlere müdahale etme noktasında daha etkin olduklarına şöyle işaret ediyor: “Çalışmalarda, afet öncesinde kadınların, erkeklere göre afete hazırlığı ile ilgili yerel faaliyetlere daha fazla ilgili oldukları bildirilmektedir. Kadınların geleneksel rollerinden kaynaklanan sosyokültürel kapasiteleri, bakım becerileri ve sosyal ağları, afet yönetiminde önemli bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Kadınların afetlerde hayatta kalma mücadelesinde ve iyileşmeyle başa çıkmada erkeklere oranla daha çabuk organize oldukları saptanmıştır. Bir mahallede afet öncesi kadın gönüllü grupları gibi güçlü sosyal yapının mevcut olması, afetlerde müdahaleyi kolaylaştırdığı, afet sonrasında da halkın kendi kaynaklarıyla daha çabuk iyileşme sağlandığı bildirilmektedir.” (4)
Kadın uzmanlığına yönelik içselleştirilen önyargılar ve uygulamalar
Afet politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğine göre oluşturulmasının önemi bu şekilde ortadayken, afetlere yönelik politikalarda eşitlik ilkesine uymayan uygulamaların yaygınlığını yakın geçmişte gözlemledik ve hâlâ gözlemliyoruz. Bunlardan en çarpıcılarından biri 2004 yılında Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü tarafından açılan Elektrik, Harita, Jeofizik, Maden, Makina, Petrol Mühendisliği iş pozisyonları için toplam 13, Jeoloji mühendisliği için 75 kadroya erkek olma şartı getirilmesiydi. Zamanında büyük tepki çeken bu ilanda, sadece 5 jeoloji mühendisliği kadrosu için kadın olma koşulu aranıyordu. Şartlar arasında yer alan “seyahate ve arazide çalışmaya elverişli olmak” maddesi, ayrımcılığın nedeninin mevcut toplumsal kodlar ve önyargılarla ilintili olduğunu ortaya koyuyordu. Söz konusu MTA ilanı o dönemde tepkiyle karşılansa da olayın münferit olmadığını, günümüzde de aynı tartışmaların sürdüğünü, jeoloji mühendisliği başta olmak üzere kadın mühendislere yönelik ayrımcı bir bakış olduğunu, bu alanın ‘erkek’lere özgü olduğu düşüncesinin hakim olduğunu söylemek mümkün. Jeoloji mühendisi Bilge Bulgurlular, Ocak 2021’de katıldığı Jeoloji Mühendisliğinde Kadının Yeri başlıklı online sohbette kendisine yöneltilen, meslekte kadınlara yönelik bir önyargı olup olmadığıyla ilgili soruya şu çarpıcı cevabı veriyor: “Olmasa bu programı yapmıyor olurduk…”(5)
Türkiye’nin ilk kadın deprem uzmanı
“Kadın deprem uzmanı, jeolog olur mu” sorusunu bir kenara bırakırsak, 1956 yılında ABD’de ilk kez düzenlenen Dünya Deprem Mühendisliği Konferansı’na Türkiye’den katılan tek uzmanın bir kadın olduğunu bugün kaç kişi biliyor? Kendisi de deprem uzmanı olan Prof. Dr. Nilgün Okay, Dünya Deprem Mühendisliği Konferansı’nda katılan deprem uzmanı Nuriye Pınar Erdem’in yaşam öyküsünü incelediği makalesinde şöyle anlatıyor: “Nuriye Pınar, hakkında çok az bahsedilmesine rağmen, daha 1940’lı yıllarda Marmara ve Ege’de deprem üreten fayların tehlikesini ortaya koymuş, Türkiye’nin ilk deprem kataloğunu Ervin Lahn ile birlikte tamamlamıştı. Paleontolojik çalışmalar da yapmış, Anadolu’ya özgü üç yeni echinid türü bulmuştu… Marmara ve Ege’deki depremlerin sebebini araştıran ve Kuzey Anadolu Fayı boyunca meydana gelen yıkıcı depremleri inceleyen Erdem, bu gözlemlerine dayanarak yerleşim alanlarının seçimi, depreme dayanıklı projelendirme ve kullanılacak yapı malzemesinde jeoloji ve depremselliğin önemini daha o yıllarda yayınlarında anlatmıştır. Aletsel verilerin mevcut olmadığı zamanda hazırladığı Türkiye’nin İzahlı Deprem Kataloğu’ndan yıllarca tek kaynak olarak faydalanılmıştır.”(6) Erdem, aynı zamanda Türkiye Jeologlar Birliği ve Türkiye Jeoloji Kurumu’nun da kurucularındandı.
Bugün deprem programlarında kadının adı yok
Fay hatları üzerinde olmamız, bu fayların sık sık yıkıcı etkilerle kendini hatırlatması yüzünden deprem, medyada sıklıkla yer bulan bir konu. Özellikle de 30 Ekim 2020’de yaşadığımız İzmir depremi döneminde medya yine sık sık deprem uzmanlarını ağırladı ve bu uzmanların arasında kadınlar Medyascope’daki Femfikir programında (7) ağırlanan Prof. Dr. Azime Tezer ve Prof. Dr. Nilgün Okay’ı saymazsak neredeyse hiç yer almadı. Oysa kısa bir google taramasını takiben deprem uzmanı birçok kadının makale, çalışma ve kitaplarına ulaşmak mümkün. Türkiye’nin, jeoloji mühendisliği alanında Avrupa’daki en çok kız öğrenci oranına sahip ülke olduğu biliniyor. Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) üye kadın mühendis sayısı, Birliği’n 2018 verilerine göre 90 bin civarında. Mühendis odalarına üye olmayanlarla beraber Türkiye’de kadın mühendis sayısının 200 bini aştığı belirtiliyor. Erkeklerin sayısına göre düşük olsa da, 1438 jeofizik, 4590 da jeoloji mühendisi kadın meslek odalarına üye. Ancak bu istatistiklerin diğer bir boyutu var ki o da medyadaki erkek deprem uzmanı sayısının çokluğunu yorumlamak noktasında önemli bir veri sunuyor; akademideki cam tavan sorunu ve toplumsal cinsiyet kodları…
Akademideki toplumsal cinsiyet eşitsizliği çalışmaları ve elde edilen bulgular, kadınların cam tavan sendromunu mühendislik gibi teknik bölümlerde daha da belirleyici şekilde yaşadığını ortaya koyuyor. Çünkü bu alanın ‘erkek’lere göre olduğu düşüncesi tüm kesimlerde etkili. ODTÜ Sosyoloji Bölümü araştırmacılarından Doç. Dr. Berna Zengin Arslan, kadınların bu toplumsal bakışı akademide nasıl deneyimlediklerini, yaşadıkları ayrımcılığın mühendislik alanlarındaki çalışmaları üzerindeki etkilerini 2002’de yayınladığı makalesinde dile getiriyordu.(8) Sadece mühendislik gibi teknik bölümlerde değil sosyal bilimler alanında da kadın akademisyen oranının ünvanlar yükseldikçe düştüğünü görüyoruz. 2016’da Bengi Cengiz’in yayımladığı analize göre Türkiye’de üniversitelerde kadın profesör oranı %29, doçent oranı %34, ve yardımcı doçent oranı ise %40.9 Bu istatistikler yüksek akademik pozisyonlarda kadınların sayısının ortalamanın altında olduğunu ortaya koyuyor. Bu tablo da, kadınların akademik hayata başladıklarında, yani araştırma görevlisi olduklarında erkeklerle eşit oranda olduklarını ancak akademik hayatlarına devam ettikçe, üst seviyelere gittikçe sayılarının azaldığını gösteriyor. Söz konusu istatistiksel verilerin ortaya çıkmasındaki en etkili sebebin, toplumsal rollerin içselleştirilmesiyle kadın akademisyenlerin ev ve sosyal hayattaki yükleri eşzamanlı sürdürmek zorunda oldukları için kariyerlerine çoğu zaman devam edememeleri olduğunu biliyoruz.
Tüm bu engelleri aşıp uzmanlaşan kadınların ise medyadaki erkek egemen bakış ve pek çokları tarafından içselleştirilmiş ‘teknik konularda kadın uzman olamayacağı’ toplumsal kodları yüzünden medyada kendilerine yer bulamadıklarını söylemek mümkün. Oysa Femfikir örneğinde olduğu gibi deprem başta olmak üzere doğal afetleri onlara karşı en kırılgan grubun içinden çıkmış uzmanlarla değerlendirmek, risk yönetimi açısından da önemli. Yukarıda söz konusu edilen araştırmaları tekrar hatırlarsak; kadınlar afetlerin her safhasında hemcinsleriyle muhatap olmayı önemsiyor. Dolayısıyla, bu gerçeği afet eğitimi ve farkındalığı noktasında da hatırlayacak bir medya bakışına ihtiyaç var.
Kaynakça:
1Eric Neumayer & Thomas Plümper (2007) The Gendered Nature of Natural Disasters: The Impact of Catastrophic Events on the Gender Gap in Life Expectancy, 1981–2002, Annals of the Association of American Geographers, 97:3, 551-566, DOI: 10.1111/j.1467-8306.2007.00563.x
2How Women Were Affected by the Tsunami: A Perspective from Oxfam, MacDonald R (2005) How Women Were Affected by the Tsunami: A Perspective from Oxfam. PLOS Medicine 2(6): e178, https://doi.org/10.1371/journal.pmed.0020178
3Gül Yalçın. Doğal Afetlerin Etkilerine ve Afet Risk Yönetimine Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Bakış, Türk ve Japon Kadınlarının Duruş noktasından Doğal Afetler, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara 2020, http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11655/22876/Tez%20Yuksek%20Ls%20Gul%20Yalcin%20Haziran%202020-kutuphane.pdf?sequence=2&isAllowed=y
4Nilgün Okay & İpek İlkkaracan, “Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Afet Risk Yönetimi,” Dirençlilik Dergisi 2(1), 2018, (1-12), 10.32569/resilience.431075
5https://youtu.be/DEoaPniuxqU
6Nilgün Okay, “Türkiye’nin ilk kadın jeolog ve deprem uzmanı”, Mavi Gezegen, Sayı: 23, 2017, https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/84d30cba1478bb2_ek.pdf?dergi=MAV%DD%20GEZEGEN%20POP%DCLER%20YERB%DDL%DDM%20DERG%DDS%DD
7https://youtu.be/doYpUFaZwIg
8Berna Zengin-Arslan, “Women in engineering education in Turkey: Understanding the gendered distribution,” International Journal of Engineering Education, vol.18, no.4, pp.400-408, 2002, https://www.ijee.ie/articles/Vol18-4/IJEE1285.pdf
9https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-de-akademide-kadinlar