Selin Ardı Kadın

Giresun’da 23 Ağustos’ta sel felaketi yaşanırken, bir yıl önce temmuz ayında selin vurduğu Akçakoca’nın köylerinde Sellerin Kadınların Gündelik Maliyeti projesi kapsamında çekim yapıyorduk. Sel gitmiş kum (yöresel söylenişiyle) mim kalmıştı… Aradan bir yıl geçmesine rağmen selin izleri hem insanlarda hem de tabiatta açıkça hissediliyordu. Özellikle de kadınlarda bıraktığı izler, travma boyutundaydı. “Her yağmur yağdığında korkuyoruz” diyordu kiminle konuşsak. Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Esmahanım Köyü’nün aşağı mahallesinin henüz yolu ve köprüsü inşa edilmemişti. Araçlar sığ derenin içinden geçerek köye ulaşıyordu yayalar için de eğrelti bir asma köprü konulmuştu. Yolu, çevre düzenlemeleri nispeten düzelen bölümde ise, selde zarar gören evlerdeki hasar durumu ve kamulaştırma mevzuları da henüz çözülmemişti.

İklim krizi hep kuraklık üzerinden ele alınıyor. Ancak bazı bölgelerde özellikle de yaz aylarındaki yoğun dolu, yağmur yağışı ve sel baskınları da krize dahil. Düzce ve Adana görüşmeler yaparken, sellerle ilgili sıklıkla duyduğumuz ‘yıllardır böyle bir yağmur yağmamıştı’, ‘hiç böyle yağmur görmedik’ cümleleri tam da bu krizin yansımasının izleri… Meteorolojik gözlemler Türkiye’de fırtına ve sel/aşırı yağış ile don sayısının giderek arttığını ortaya koyuyor.

Sellerin bu boyutu henüz hiç konuşulmuyor. Dere yataklarındaki yerleşim, bireysel tutumlar üzerinden değerlendiriliyor. Son yılların kalkınma politikasının hem doğal hem de şehir alanlarına etkileri hep gözardı ediliyor. Sellerin artmasındaki iklim krizi boyutu, maliyetleri arttıran ihmaller, kayıpları önleyecek çözümler sadece akut zamanlarda değil tüm süreçlerde gündemde tutulmalı. Şehirlerin alt yapılarının iklim krizi dikkate alınarak gözden geçirilmesi iyileştirilmesi bu bağlamda hayatiyet taşıyor. Avrupa başta olmak üzere dünyadaki bir çok ülkede şehirlerin alt yapısının iklim krizi göz önüne alınarak gözden geçirilmesi için projeler üretildiğini görüyoruz. Özellikle kıyı ve kanal kentleri için bu hazırlıklar seferberlik boyutunda.
Çalışmada genel itibariyle sellerin kadınların hayatına maliyetlerine odaklandık. Ama can kaybı başta olmak üzere sellerin tüm kesimler için maliyeti yüksek. Ve önlemlerin oluşma anında değil önceden bulunması gerekiyor. Çünkü yaşandığı anda karşı durulabilecek, korunulabilecek bir afet değil; sel…

Sel Travma ve Kadınlar

Zoom Project kapsamında birbirinden farklı iki sel bölgesinde araştırmalar, görüşmeler yaptım. İlki Düzce’nin Akçakoca ilçelerinin köyleri ikincisi ise Adana’nın Seyhan, Yüreğir ve Yumurtalık ilçeleri… İki ilde de geçtiğimiz yıl büyük sel felaketleri yaşandı. Sahaya bu sel felaketlerinden yaklaşık bir yıl sonra gitmiş olduk. Sele maruz kalmak dışında hem sosyolojik arka planlar hem de coğrafik konumlar olarak ortak nokta yok bu iki saha arasında… Haliyle karşılaştığımız manzaralar da aynı değildi. Akçakoca’nın köylerindeki dağlık arazilerde selin izleri, sularla gelen miller, ağaç parçaları halen görülüyor, yeşil dağların içinde selle açılan boşluklar açıkça farkediliyordu. Gündelik hayata büyük ölçüde dönülmesine rağmen sele maruz kalan kadınlarda travmanın izleri ise halen tazeydi… Artık yağmurdan korkar olduklarını duyduk bütün görüşmelerde örneğin…

Adana’da selin en ağır yaşandığı Yüreğir ve Seyhan ilçeleri başta olmak üzere; ne yaşam yerlerinde ne de tarım arazilerinde seli hatırlatan hiçbir şey görünmüyordu. İlginç olan insanların özellikle sele en maruz kalan mahallelerde yaşayanların bile seli neredeyse hatırlamıyor oluşuydu. Mevsimlik tarım işçileri için sel özellikle kış günlerinde gündelik hayatın içinde sıkça karşılaşılan bir durum olduğu için artık kanıksanmış vaziyette. Kanal boylarındaki mahallelerde ise; gündelik hayatın içinde o kadar ağır gündemler var ki; sel anca tekrarlandığı zaman üzerinde durulacak bir konu.

Selin maliyetleri, can kayıpları, suya kapılan hayvanlar, evler, eşyalar üzerinden konuşuluyor. Ben araştırma boyunca görünmeyen maliyetlerini özellikle kadınlarda oluşturduğu travmayı gözlemlemeye çalıştım. Adana’da aynı sıralarda sahada mevsimlik tarım işçileriyle ilgili bir araştırma projesinde çalışan Kalkınma Atölyesi’nden psikolog Nevin Küçük, sel başta olmak üzere afetlerde psikososyal ihtiyaçların öne çıktığını ancak hem dünyada hem de bizde afetlerde ruh sağlığıyla ilgili yapılan araştırmaların ve müdahalelerin az olduğunu dile getiriyor. Kalkınma Atölyesi olarak Adana’da 2019 yılında yaşanan sel felaketinin ardından psikososyal etkiyi de içeren bir araştırma yaptıklarını belirten Nevin Küçük, “Orada kadınlara ve çocuklara bazı sorular sorduk, yetişkinlere, yani erkeklere de sorduk. Ve örneğin; ‘sizce bu selden en çok kim etkilendi’ sorusuna en sık aldığımız yanıt, eğer kadın cevap veriyorsa; ‘çocuklar ve kadınlar’ olarak karşımıza çıktı. Eğer bu soruyu erkeklere soruyorsak onlardan da ‘çocuklar’ cevabını aldık. İster doğal afet olsun, ister olağan bir dönem olsun, kadın her seferinde ayrı değerlendirilmesi gereken gruplardan bir tanesi.” Diyor.

Mevsimlik işçilerin de sellerde yaşadıklarının ayrıca değerlendirilmesi gereken bir grup olduğunu belirten Küçük, “Bu insanlar sosyal güvencesi olan ve sürekli çalışan insanlar değiller. Dolayısıyla her doğal afetin, evin girdiği anda ekonomiye direkt etkisi var. Evin ekonomisi etkilendiğinde, o evdeki kadınların, çocukların ve yaşayan diğer insanların zaten etkilenmemesi imkansız. Ruhsal açıdan baktığımızda mesela doğal afetlerin, tarım işçilerinin yaşadığı bölgede şöyle bir anlamı var. Kendilerini koruyabilecekleri bir şey olmadığını görüyorlar. Yani yağmur çok yağdığında ve dolduğunda sular yapabilecek hiç bir şeyiniz yok. Mesela koronavirüsle ilgili çalışırken şunu sık sık duyuyoruz; ‘çocuğumu dışarıya hiç göndermiyorum, artık komşuluk ilişkilerine dikkat ediyoruz’ Ancak selle ilgili onu duyamazsınız; çünkü sel aniden, birden bire gelen bir afet olduğu için. Kişinin tek dileği ya da dua ettiği ya da istediği şey, bunun bir daha gerçekleşmemesi yönünde oluyor. Çünkü buradaki fiziksel koşullar ne yazık ki sellere karşı insanları koruyabileceğimiz koşullar değil.” şeklinde anlatıyor.

Düzce’de ilk kez sele maruz kalmış kadınlarla, kanal boylarındaki yaşam alanları sık sık su baskınına uğrayan mevsimlik tarım işçisi kadınlar arasında ‘travmanın sınıfsallığı’ gibi bir durum olabileceğiyle ilgili gözlemimi paylaştığım Nevin Küçük, bunun için travma kelimesinin hayatımıza girdiği zamanın önemli olduğunu dile getiriyor. “Siz bu kelime ile ne zaman tanıştınız, ne zamandır mücadele ediyorsunuz ve şu anki hayatınızdaki yeri ne?” sorularını yönelterek travmayla ilgili konuşmak için öncelikle kişinin ne yaşadığının fark edilmesinin önemli olduğunu vurgulayan Nevin Küçük, “Buradaki insanlar ihtiyaçları olduğunu bildiğimiz ama ihtiyaçlarını ifade etme konusunda ya da neyi isteyeceği konusunda emin olmayan grup. Çünkü hiç yardım istememiş… Bir yandan bu yaşantıyı baş etmek zorunda oldukları bir kaynak olarak görüyorlar. Başka alternatifinin zaten olmadığını düşünen bir yaşam alanından bahsediyoruz. Dolayısı ile travmanın sınıfsal bir tarafı var mı, iki kıyaslamadan bunu çıkaramayız. Ama insanın hayatına olağanüstü bir şekilde giren, aniden giren ve ilk defa karşılaştığı şeyler her zaman o anlamda üstüne daha çok konuşulur. Ama zaten süren bir travmanı içerisinde iseniz, daha önce zaten buna benzer yaşantılarınız varsa, burada tabi ki vereceğiniz tepkiler diğerinden farklılaşabilir. Az ya da çok olarak rastlar demiyorum çünkü travmaya verilen tepkiler kişiden kişiye, durumdan duruma, olayın özelliklerine göre çok farklılaşabiliyor. Ama zaten çok zorlu bir yaşamın içerisinden çıkarak üstüne bir de sel yaşadığınızda tabi ki onun, yani ikincil yaşadığınız, ya da üçüncül yaşadığınız travmaların yorumu çok farklı olabilir. Sadece genellememek lazım.” olarak yorumluyor.

Site Footer