Seçim Sonuçlarını Sözde Değil Özde Tartışmak

Merve Kavakçı ve Leyla Zana iki sembol isim. İkisi de vekil seçildikten sonra Meclis’te yemin edemeden çıkarıldılar. Kimileri sadece Merve Kavakçı’yla özdeşleştirdi kendini, kimileri ise Leyla Zana’yla. Azımsanmayacak bir çoğunluk ise ikisini de sembol olarak gördü. Ulus devletin istemediği,  ötekileştirdiği yok saymaya çalıştığı bir kimlik ve var olma bilinci. Bugün Leyla Zana hakaretlerle gönderildiği Meclis’e daha çok oy alarak geri döndü. Merve Kavakçı aynı şansı yakalayamadı ancak başörtü yasağının sembol isimlerinden Leyla Şahin ile birlikte kız kardeşi ve daha birçok başörtülü kadın seçilerek Meclis’e girmiş oldular.

Böyle bakınca demokrasimizin çok yol aldığını düşünebiliriz. Ancak ‘teröristleri Meclis’e soktular’ söyleminin halen devam ettiğini düşünürsek, Zana yine Kürtçe yemin etmek isterse meclistekilerin nasıl tepki vereceğini bilmiyoruz yine kamuoyunun da. Hatta sanki Kürtler ilk kez Meclis’e giriyormuş gibi bir hava hakim. En kötüsü çözüm süreciyle ilgili irade ve istek Kürtler Ak Parti’ye oy vermekten vazgeçince bitmişe benziyor. Ak Parti getiriyor diye barışa sahip çıkanlar haliyle Ak Parti’nin lehine olmayan bir durum yaşanınca fabrika ayarlarına geri döndüler. Pragmatist bir toplumuz ama keşke en insani durum olan barış konusuna böyle göreceli yaklaşılmasaydı. Günlerdir nankör Kürtler, maymun Kürtler yazıları, tweetleri döşeniyorlar, takvim yaprağı paylaşıyorlar. En kötüsü bunun iman ve inanç üzerinden değerlendirilmesi.

Oy vermenin hele de Ak Parti’ye oy vermenin kimilerince imanın şartı gibi görüldüğünü ‘Başörtülü Aday Yoksa Oy Yok’ kampanyasında görmüştük. Böyle düşünenlerin sayısının sandığımızdan çok olduğunu bu vesile ile görmüş olduk.  HDP’ye oy verme dinden çıkma, itikadın bozulması olarak yorumlanıyor. Tekfir cümleleri havada uçuşuyor. Bu seçimleri dünyanın en dünyevi olayını en uhrevi faaliyetiymiş gibi gösterenlerin sonuçlar istedikleri gibi çıkmayınca o çok eleştirdikleri ‘bidon kafa’ söylemine sarılmalarıyla hatırlayacağız. Ve vaktiyle kınanan her davranışın nasıl içselleştirildiğiyle. En çok oyu aldığı halde sırf tek başına iktidar olamadığı için bu kadar öfkelenenler yarın başka seçimlerde tamamen kaybedildiğinde nasıl davranacak.? Ulusalcılar darbe hevesiyle cumhuriyet mitinglerine çıkmıştı bakalım müteddeyinler o sık sık vurguladıkları ‘kazanımlarını’ kaybedince ne yapacaklar? Mevki ve makamların geçiciliği, dünyanın imtihan oluşu vs. hiç hatırlanmıyor bu durumlarda her ne hikmetse. Dünyevileşme ve dinin siyasileştirilmesi Müslümanlar’ın üzerinde düşünmesi ve sakince tartışması için bir kenarda beklemeye devam ede dursun.

Mitingler ve kamuoyu araştırmaları manipüle edildiği için seçim sonuçları şaşırtıcı oldu çoğu kişiye. Oysa Kürtler’in Ak Parti’den kopuşu uzun süredir gözlemlenen bir durumdu. Bu ortadayken Cumhurbaşkanının alana inerek ‘bunlar’ diye başlayan sert ve kabul edilmez sözleri işin tuz biberi oldu.  Teşkilatlar çalışma yaparken ‘Kürt sorunu yoktur’ açıklamasına nasıl bir yorum getireceklerini bilemediler. Roboski’de ortaya çıkan, Kobane aşamasında evrilen, seçim çalışmalarında doruğa çıkan bir tutumun getirdiği bir sonuç bu. Roboski’nin nasıl bir kırılmaya sebep olduğunu uzun süre yazdık üzerinde konuştuk. Kobane meselesi ise hemen akabinde yaşanan ve vehameti halen üzerimizde duran olaylar sebebiyle tam konuşulamadı. Kobane’de Kürtler için ‘kanıyla canıyla var olmak’ denilen şey oldu. YPG safında savaşıp ölen yüzlerce çocuk öldü, halen ölüyor.  Hükümet mülteciler konusundaki özverili çalışmaları, peşmergeye koridorun açmasına rağmen  bu ‘varoluş’ mücadelesini anlamadığı veya anlamak istemediği için yetkililerinin sözleriyle bu kopuşu körükledi. Kobane’yle ilgili söylenen sözler, gazeteciler, danışmanlar, vekiller tarafından sonradan tevil edilmeye çalışıldı ancak, herkes yaşanan andaki tutuma ve onun oluşturduğu hissiyata odaklandı. Eh Kürt hareketinin yeterince güçlü bir medyası var bunu kitlelere benimsetmekte gecikmedi.

O dönemlerde  üstünde durulmayan başka bir konu ise; çözüm süreci boyunca PKK’nın asayiş ihlaliyle ilgili haberlerini bile görmezden gelen, bu konudaki haberleri çözüm süreci karşıtlığıyla itham eden hükümet medyasının birden bire yaşananları tek taraflı bir şekilde hem de ‘Zerdüşt Kürtler Müslüman Kürtleri öldürüyor’ manşetleriyle  görmesi oldu. Hükümetin eski milletvekilinin bile televizyonlarda ‘birbirimizi öldürdük, bunca canımız gitti’ diye verdiği ölümleri sanki bir tek Hüdaparlılar öldürülmüş gibi yazmaktan çekinmediler. Bunları okuyan, dinleyen sıradan insanların ve süreçle ilgili herhangi bir rahatsızlığı olanların öfkelerini Kürtlere yönelteceğini görmezden geldiler. Kısacası yıllardır haberleriyle Kürtlerin normalleşmemesi için elinden geleni yapan PKK medyası gibi davranmaktan çekinmediler. Batıda barışa ikna olmuş insanları fabrika ayarlarına döndermeyi başardılar. Seçim hedefi bu söylemin üzerine kuruldu. Milliyetçi oyların hedeflendiği belirtilen bu tutum; Türkler’de de Kürtler’de de geri tepti. Kendilerini ‘işi bitince’ yine eski devlet kodlarıyla karşılaşmış hissettiler. Eylem olmasa da söylem olarak.

O söylem dün Diyarbakır’da yaşanan ve vehameti halen süren 3’ü HDP’li biri Hüdapar’lı 4 kişinin öldüğü olaylarda da sürdürüldü. Yeri gelmişken ‘dini’ çatışma olarak gösterilen aslında siyasi olan bu düşmanlığın sulhla sonuçlanması artık elzem oldu. Çünkü bu siyasi kin; savaş yıllarına dönüş yaptırmak isteyenler için çok kolay bir provokasyon alanı sunuyor. Tarafların birbirini hedef gösterip, suçlayıp ardından ölümler yaşandıktan sonra ‘sükunet’ çağrısı yapması var olan gerginliği ertelemekten başka bir işe yaramıyor. Bu konuda açıklığa kavuşturulması gereken başka bir konu emniyetin tutumudur. Yasin Börü’nün annesi, Hüdapar çevresi, Diyarbakır’daki diğer STK’lar, o dönemde bölgede yaptığımız görüşmelerde konuştuğumuz vatandaşlar olayların büyümesinin sebebinin emniyet güçlerinin ilk iki gün alanlardan çekilmesiyle ilgili olduğunu dile getiriyor. Ve daha önceki cinayetlerin aydınlatılamamış, faillerinin yakalanmamış oluşunun bu kaosu büyüttüğünü söylüyor. Diyarbakır mitingindeki patlamanın ve dünkü olayların ardından Demirtaş’ın yaptığı sağduyu çağrısı ve tabanı sokaktan uzak tutma çabası; HDP’nin Kobane olayları konusundaki tutumlarıyla ilgili gerekli dersi çıkardığını gösteriyor. Ve seçmenin de bu tavrı desteklediği hem bölgede hem de büyükşehirlerde alınan oy oranlarıyla ortaya çıktı bir nevi. Silahların tamamen gömülmesi ve bırakılması iç barış için de toplumsal barış için öncelikli sırada. Kürtlerin merkeze olan yolculuğunun selameti ve kalıcılığı da buna bağlı.

HDP’ye giden oyları sadece PKK’nın baskısıyla, Beyaz Türkler’le, endişeli modernlerle, lobilerle, dış mihrakla yorumlamak, emanet oylar olarak bakmak olanı görmezden gelmek demek. Kürtlerin sekülerliğe evrildiği analizi üzerinden okumak da. ‘Nankör Kürtler’, ‘çözüm süreci sebebiyet verdi’ kolaycılıklarından öte; yüzyıllık ulus devlet anlayışına, çatışmalı döneme, örgüte dayanmayı bilmiş ve çocuklarının bile ne yazık ki politik olduğu bir toplumun; medya mühendisliğiyle bir tutum değişikliğine yöneltilemeyeceğinin, sertlikle, tahkir edici bir üslupla davranılamayacağının görülmesi gerekiyor. Bir hareketle ilişkisi ‘bedel’ kavramıyla olan bir topluma, hareket ve siyasi liderini hedefe alarak yapılan bir çalışma o hareketi ve siyasi liderini hedef almak üzerinden kurulan bir ilişki kenetlenmeyle sonuçlanır. Yani bir tarafı sıklaştırırken karşısında da bir saflaşma olacağının bilinmesi gerekiyor. Bu tutum devam ederse giden oylar kalıcı olacaktır.  

Ak Parti giden oyları sadece Kürtlerin tepkiselliği üzerinden de okunmamalıdır. Sokaktan uzaklaşılması, toplumun büyük çoğunluğunun ay sonunu nasıl geçireceğini düşünürken, gelir dağılımındaki adalet iyice bozulmuşken, Mercedes’i lüks olarak görmemek, çerez olarak adlandırmak’,  sarayı sade hayat üzerinden sunmak, işçinin, emekçinin, çiftçinin değil patronun, iş adamının, güç sahibinin penceresinden bakmak, aslında Soma’yı hatırlatmak yeterli.  Ve sadece ekonomik bakışla ilgili değil adalet, özgürlük, çoğulculuk, farklılıklara tahammül açısından da çok savrulma yaşandı. Ak Parti; mitinglerdeki dil ve yorumcularının ‘biz ve onlar’ söylemiyle; tanıtım filmlerinde yaptığı ‘Biz birlikte Türkiyeyiz’i boşa düşürmüş oldu aslında. Kendi bindiği dalı kesti yani.

Sosyal medyada insanlara hakaret edenlere, ajitasyon yapanlara, hedef gösterenlere siyasette, bürokraside, medyada terfi etme alanı açılması, siyasi hidayetçilerin bitmek bilmez gazlarına itibar edilmesi, sokakla, insanla ilişkisini kesmiş eski mahallelerine olan öfkelerini topluma mal eden yol göstericilerle yürünülmesi bu erimeyi hızlandırdı. ‘Liberaller artık bizimle yürüyemez’ söyleniyordu ama onlar yaşananı flulaştırarak yürümeyi bildi hatta hızlı ümmetçi! oldular. Yürüyemeyen, tüm ortak akıl, milli irade platformlarına rağmen aslında Müslümanlar oldu. Ama bunu bile açık açık tartışma erdemini gösteremediler seçimlerden önce. Gösterebilenlere ise gösterilen tutumu hep birlikte deneyimledik. Vekil adaylarının topluma, halka yapacakları icraatları değil önlerine her mikrofon konulduğuna ‘varlığımız varlığına kurban olsun reis’ güzellemeleri yaptığında, verecekleri oyun iradelerinin değil onları aday gösteren güce biat edeceğini gördü toplum. Ve şimdi istenildiği kadar parlamenter sistemin iflası üzerinden değerlendirse de toplum aslında başkanlık sistemini istemediğini ve Meclis’in amacına uygun bir şekilde müzakere ve halkın sorunlarının görüşüldüğü yere dönüştürülmesini işaret etti.  Erimenin sebepleri medyada kıyasıya tartışılıyor. İlginç olan bu erimeye katkısı olan mecralarda olanların hatta aracı olanların da aynaya değil başkalarına odaklanarak bunu yapması. İsimler havada uçuşuyor oysa bu zihinsel dönüşümle ilgiliydi. Zaten konunun kişiler üzerinden tartışılması başlı başına bir sorun; zihniyetler değişmedikçe yukarıda Leyla Zana örneğinde olduğu gibi bir yere varmak mümkün değil. Dönüp dolaşıp aynı krizlere saplanıp kalmamızın sebebi bu yüzeysel bakış. Sözde değil özde tartışmalara ihtiyacımız var vesselam.

Site Footer