Masumiyeti Yitirmek

Özgecan Aslan’ın karşı karşıya kaldığı vahşet hepimizi derinden etkiledi. Bunda, olayın ayrıntılarındaki vahşet kadar genç-yaşlı tüm kadınların böyle bir akıbetle her an karşı karşıya kalabilecek durumda olduğunu yakıcı bir şekilde hatırlatmasının da etkisi var. Minibüste, takside yahut sokakta tacize uğramamış kadın neredeyse yok. İşin kötüsü böyle bir durumda polise gidip ‘sözlü ya da fiziksel tacize uğradım’ dediğinizde aynı muameleyi bir de orada yaşamamanız mucizedir. Taciz edilmeseniz bile, karşı karşıya kalacağınız ilk sorunun bunu hak etmek için ne yaptığınızla ilgili olması kuvvetle muhtemeldir.

Kadına fiziksel ve cinsel şiddetin temel sebebi de işte tam da burası. Başına gelenlerin kadının kendisinden, giyiminden, tavrından, bulunduğu ortamdan, dışarı çıkmasından, çalışmasından kısacası bir şekilde onunla ilgili olduğuyla ilgili bakış. Bu bakış ne yazık ki kadınlar tarafından da içselleştirildi. Böyle bir durumla karşılaşan kadınların büyük çoğunluğu önce kendini sorguluyor: ‘bu başıma niye geldi” diye.

Özgecan’ın başına gelenler de bu refleksle karşılandı. Özgecan’ın başına gelenleri batılı yaşam tarzına, mini etek tartışmalarına bağlayan Akit’in seviyesi bu deyip geçebiliriz. Ama asıl düşündürücü olan mütedeyyinlerin büyük çoğunluğunun örtünmenin bu tip durumları önleyeceğini düşünüyor olmaları. Bu bakışın uç noktası ne yazık ki; bizi, ‘örtünmeyen kadın tacizi hak eder’ bakış açısına götürür. Oysa daha iki yıl önce Bahçelievler’de Özgecan gibi korkunç akıbete uğrayan Fatma’yı unutmadık. Dünya tecavüz haritası olayın vahametini ortaya koyuyor. Bakışı kadının ne yapıp yapmadığına değil erkeğin ne yaptığına odaklamak durumundayız.

Özgecan’ı öldüren Suphi Altındöken eve dönüp ailesine durumu anlatıyor. Babası olayı duyunca oğluna yardım etmek için Özgecan’ın cesedini yakıyor. Bu olayın en vahim taraflarından biri buydu. Sadece bu olayda değil tecavüz olaylarının çoğunluğunda erkek ailesi ve toplum tarafından dışlanmıyor. Kadın ise ölmediyse ya ailenin kararıyla öldürülüyor ya da ölmüşten beter bir hale sokuluyor, yalnızlaştırılıyor, cezalandırılıyor çevre tarafından. Toplumun bu çarpıklığı bu tip vakaların artmasındaki en büyük etken bana kalırsa.

İkinci etken ise; cezasızlık ve hak edilen adaletin yerini bulmaması. Bu ceza kanununun yetersizliğinden değil hakimlerin toplumsal kodlara olan yatkınlığından kaynaklanıyor. Tecavüz olaylarında bir iki istisnayı saymazsak müebbet hapis cezası neredeyse verilmiyor. Hele de mağdur kadın yaşıyorsa cezalar bir iki yıllık hapis cezasıyla geçiştiriliyor. Rıza kavramı sorgulanıyor. Sadece tecavüz olaylarında değil kadına şiddet davalarının çoğunda durum böyle. Melek Karaarslan başta olmak üzere şiddet kurbanlarının davasını hatırlayalım.

Bu arada tecavüz eden devlet görevlisiyse neredeyse korunuyor. Ovacık’ta zihinsel özürlü kız çocuğunda, hepimizin vicdanında yara olan N. Ç  ve daha nice örnekte gördüğümüz gibi. Sadece cezaların uygulanması değil polise ilk şikayetin gitmesinden mahkeme sürecine kadar kurumlar arasında şiddet konusunda bir mutabakat ve bu konulara özel bir titizlenme yok. Kimisinin şikayeti işleme konulmuyor eğer şiddet gördüğü kocasıysa karakolda veya mahkemede ikna edilmeye uğraşılıyor. Uzaklaştırılma cezası alan eşin takibi iyi yapılmıyor, koruma altındaki kadınlar iyi korunmuyor. Örneklerini hep birlikte yaşadık. Eşinden şiddet gördüğü halde hem toplumun baskısı hem de cezaların uygulanmayacağını ve sonunda canından olacağını düşünüp bunu sineye çeken binlerce kadın var. Durum böyleyken idam cezasının sorunu çözeceğiyle ilgili tartışmalar abesle iştigalden başka bir şey değil. İdamdan önce kadın ölmese de tecavüze müebbet cezasının verilmesi ve iyi hal indiriminin uygulanmamasını talep etmekle başlayabiliriz pekala.

Başka bir garabet de medyanın tutumu. Gazetelerin büyük çoğunluğu Özgecan ve ailesin tüm bilgilerini açık açık yazarken ilk gün katil Suphi Altındöken’in sadece ismini yazdı. Bu bakış açısı bile medyanın bu konudaki eğri bakışının özetiydi. Pornografik bir merakla detay yazanlar, bu tip olaylarda kullandıkları görseller, attıkları başlıklar da cabası.

Sadece kadınlar söz konusu olunca değil toplumsal olaylarda mağdur erkek olduğunda da adalet ne yazık ki yerini bulmuyor. Ali İsmail Korkmaz davasının gerekçeli kararına bakmak yeterli. Ceylan’ın, Uğur Kaymaz’ın davalarının akıbetine de. Çünkü insanın kutsallığı ne toplumsal bakışın ne de adalet ve devlet bakışının merkezinde değil. Necmettin Altındöken’in yaptığı gibi genç bir kızı korkunç bir şekilde öldüren oğlunu adalete teslim edeceğine ona yardım eden zihniyetteki gibi kendi çocuğunu herkesten üstün görme bencilliğini de unutmamalı.

Özgecan’ın başına gelenleri siyasi kavgasının, çıkarcılığının malzemesi yapanları ve bu konuda bile komplo teorileri döşeyenler ise; sözün bittiği noktaydı. Bu çürümüşlüğü giderecek bir mekanizma ise yok ne yazık ki.

Site Footer