Hacıyatmazlar Dünyasında Düşen Olmak Kader Değil Seçim!

Aslında silüet yazımdan sonra, son yıllarda yaşadıklarımızla ilgili yazacağım yeni bir şey yok.

Ama bir grup gazeteci, akademisyen vs ile birlikte benim de imzaladığım ‘gazeteciler serbest bırakılsın’ bildirisinden sonra; hakaret veya tehdit edenler için değil, bazı dostlarımın ‘üzüldük’ uyarıları üzerine bu konuda bir kez daha yazmaya karar verdim. Ki aslında uzun süredir ‘niye yazmıyorsun’ sorusuyla karşılaşan biri olarak; sözün kıymetinin olmadığı gibi, söz söyleyecek yerin olmadığını, bu dönemin en kötü taraflarından birinin de bu olduğunu düşünüyorum.

Hangi taraftan olursa olsun manşetlerinde, satır aralarında her gün yalan haberlerin yer aldığı mecralarda yazmak ‘işime, yazdığıma bakarım’ diyebileceğim ‘kullanışlı’ bir seçenek değil benim için.  

Öncelikle bildiri sadece imza bildirisiydi sonrasında yapılan gazete ilanları, Çağlayan’da isim okunmalar vs hep imzacıların bilgisi dışındaydı, bunu belirteyim. Nihayetinde gazete ilanları olmasa da bugün artık savaşta kaybeden olarak görünen birilerine karşı ‘yanlış yapıyorsunuz’ demenin en hakkaniyetli kişilerde bir karşılığı olmadığını biliyorum.

Savaşı bırakın barışta bile ahlak aramayanların dünyasında bildiri değil, küçük bir tweetin bile tepki, hakaret, tehdit sebebi olacağını bilmiyor da değilim. 28 Şubat’ın tetikçileri bugünkü sahipleri için var gücüyle çalışıyor, hakaret dolu kolajlarla hedef göstermekte gecikmediler.

Her şey geçse bu ayıp yeter paravan arkasında, bu kötülükleri finanse edenler için. Tabi utanacak yüzleri kaldıysa.   “E böyle olacağını biliyorsun niye imza verdin?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Doğru yerde doğru zamanda! durmayı bilmediğim kısacık siyasi hayatımda belli oldu. HAS Parti sürecinde herkesin toplantılara katılıp destek verdiği ancak AKP ile ilişkileri bozulmasın diye fotoğrafta görünmemek için arka kapıdan çıktığı zamanlarda isim vermekten kaçınmadım. Numan Bey Ak Parti’ye gidince göstere göstere etrafını saran kalabalıklardan, abi ve ablalardan da olmadım.

Bildiriyi imzaladım çünkü operasyonun siyasi olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünürken ‘önce birkaç hakaret cümlesi yazayım sonra söyleyeyim kimse üzerime gelmesin’ diyenler gibi kaçak güreşmek de istemedim. Bu konuda bildiriyi imzalamayan hatta operasyonu yapanların tarafında olan bir çok kişi de aynı şeyi yani operasyonun siyasi bir yönünün olduğunu yazdı, söyledi, söylüyor. Bu düşüncedeyken önüme gelen bildiriyi imzaladım çünkü 70 yaşındakilerin örgüt üyesi gibi gösterilip gözaltına alınmasının yanlışlığını konuşurken yine 70 yaşındaki bir gazetecinin yazısından dolayı gözaltına alınması- tartışma Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca üzerinden yürütülse de- senarist, makyöz ve daha bir çok dizi çalışanının, gazetecinin göz altına alınmasının yanlışlığı ortadaydı zaten, nitekim serbest bırakıldılar.  

Yanlış yeni yanlışlarla düzeltilemez. Adalet duygusunu en önemli değer haline getiren durum, kriz zamanlarıdır. “Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. “ ayetinde kriz anında duracağımız eşik belirtilmiştir. Ve ne yazık ki bu eşik çoktandır unutulmuş durumda. Benim bakış açım bu. İmza koyanların büyük çoğunluğu böyle hareket ettiklerini yazılarında dile getirdiler; başka hesabı olanlar da olabilir niyet okuyuculuğunun kimseye faydası yok.  

Bu son operasyonunun diğerlerinden tek farkı gözaltına alınanların değişmiş olmasıydı. Yoksa hem hükümetin tavrı (Davutoğlu’nun ‘gazetecilikten gözaltına alınmadılar’ açıklamasını hatırlayalım) hem de ona yakın gazetecilerin tavrı aynıydı. Diğer operasyonlarda sadece cemaatin gazetecileri miydi altlık döşeyen? Tabii ki değil. Bugünkü operasyona altlık oluşturanlarla, Ahmet Şık konusunda gazete manşetinin altına görüş bildirenler, Savcı Öz’e methiye düzenler yine aşağı yukarı aynı kişiler.  

Operasyonlara maruz kalanların bugünün operasyon çekilenlerine laf etme hakkı var ama bu operasyonu canhıraş savunanların hakkı yok çünkü onlar önceki operasyonda bugün suçlananlar gibi yapılanın gazetecilik olmadığını savunuyorlardı. Dinlemeleri, özel hayatın gizliliğine saygıyı Ergenekon gibi bir davada niye aranamayacağıyla ilgili ve savcıya güzellemeler yapan yazıları arşivlerde duruyor. Benim gibiler o günlerde bunu dillendirdiklerinde ‘karşımızdaki örgütü bilmiyorsun, onlar olsa sana neler yaparlar, düşündüğün şeye bak’ kurulan en naif cümleydi. Cümlenin sonları genelde ‘Ergenekoncu’ itham edilmekle bitiyordu. O operasyonlar sırasında bugün sıkça dillendirilen usulsüzlüklerin konuşulmayışı hallerine; tıpkı bugünlerdeki gibi eleştiren herkesi ‘paralel’ ilan ettikleri gibi ‘Ergenekoncu veya ona hizmet etmekle’  itham etmeleri sebep oldu. Hele de Gezi’den beri konuşulacak, tartışılacak bir ortam bırakmadılar. Şimdi o günlerin faturasını da ‘paralele’ bağlayıp oluşan ortamdaki rollerini unutturmaya çalışıyorlar.   Bir kez daha yineleyecek olursam; benim için adalet, hukuk ne cemaat ne de iktidar için özel zamanlarda es geçilebilir yahut ‘gerektiğinde kırılabilir’ bir cam değil. İstediği kadar ütopik gelsin ama hakiki bir arınma ancak böyle mümkün olabilir.

Bildiriyi imzalama sebeplerinden biri de buydu.  

Ne cemaat ne de hükümet ve tabii ki onların yanlarında hizalananlar hakiki bir özeleştiri derdinde olmadığı için bu mücadele bir arınmayla sonuçlanmıyor.

Kimileri istediği kadar bunu böyle göstersin; durum ortada. Daha önce de defalarca yazdım; savaşın da bir ahlakı olması eşiğini çoktan yitirmiş durumdalar. Her ikisi de özeleştirinin bütün suçu diğerine yıkarak yapılacağını düşünüyor. Biri iktidar olmanın kolaycılığıyla sıyrılıyor diğeri mağdur olduğu için bundan münezzeh olacağını düşünüyor. Yine her iki taraf da sözü onlar gibi söylemeyen, onlar gibi diğerine saldırmayan hiç kimseyi duyma ve dinleme niyetinde değil.

Bu arada bir dönem birinden şimdi diğerinden nemalananlar herkesin malumu. Kendi ilişkilenmelerini başkalarına iftira atarak, hakaret ederek kapatmaya çalışıp duruyorlar ama güneş balçıkla sıvanmaz; herkes her şeyi hatırlıyor, hatırlamamış gibi davranması şimdi işine geliyor oluşu, başka bir şey değil.

Yine yılların hesabını hazır ortam hazırken görmeye çalışanlar, bunun toplumun gündelik hayatına yansıması, haksız ihbarlar, iftiralar hepsi oluşan bu puslu ortam sebebiyle artıyor. Herkes konu kendine veya yakınına gelene kadar yüksek sesle itiraz etmeyi bile düşünmüyor.  

Günümüz dünyası için çok naif görünebilir ama ben sistemlerin, yapıların bütününe bakıp tek tek fertleri ıskalamayı doğru bulmayanlardanım. Bu olayın siyasi boyutu ile insan unsurunu ayrı ayrı değerlendiriyorum. İki tarafta da çok iyi insanlar olduğunu biliyorum ve bakış açımı da bunun üzerine kuruyorum. Kötüye bakıp bakışını, siyasetini de onun üzerine kurmak çatışmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Öfke en çok kişinin kendisinden alıp götürüyor; et, kemik, irin, pas kalıyor geriye…  

Velhasıl istenildiği kadar ‘taraf olmayan bertaraf olur’ denilsin bir tarafın enstrümanına dönüşen bir mesafesizlik değil gerçek anlamda bir beri olma hali benimkisi. Ama bu, yanlışlığı bizzat savaşı yürütenlerin bile kabul ettiği bir durumu görmezden geleceğim demek değil. Onun dışında başka hesapları görmek isteyen, her şeye siyaset ekseninden bakan varsın savaşını sürdürsün.   Bu, kimilerine göre bir ‘kaybetme’ sebebi.  Hatta itirazlarımın çoğunluğunu ‘kaybetmek’ üzerinden değerlendiriyorlar. Alkışladıklarının desteğinin ‘kazanma’yla ilişkili olduğunu itiraf etmiş oluyor bir yönüyle farkında değiller…

Siyaseti en kazançlı dönemde bıraktığımı yukarıda anlattım. Tüm kriz zamanlarında aktör olup bundan sıyrılmayı bilen kadrolu hacıyatmazlara her geçen gün yeni cevval arkadaşlar eklendiği bir ortamda; kaybeden olmak kader değil bir seçim; görülmesi gereken bu. Bu ülkede hele de Yeni Türkiye’de hacıyatmaz ve hep kazanan olmak çok kolay. Son iki yılda kazananlara, arşivlerinde ‘diktatör’ nitelemeleri olanların ‘biji reis’ kıvamlı yazılarına, alan açıldıkça trolleşme seviyesi artanlara, trollükten devşirilen gazetecilere bakmak yeterli bunu görmek için. İktidara veya muhalefetin birine sırtı dayayıp ötekine savaş açarsan; ‘beni kullandılar’, ‘safmışım’ ‘kandırılmışım dersen’ kişiliğine ve meziyetlerine göre alan açılıyor. İktidarın imkanları haliyle daha geniş…  

Velhasıl; hayata rövanşlar, fethedilecek kaleler, ‘şimdiye kadar onlardı artık sıra bizde’ düsturundan bakanlar için gelinen nokta nihai hedefe ulaşmak olabilir. Sahiden de bütün yollar, köşe başları artık açık! Vardıkları hedefi kalıcı hale dönüştürmek için düne kadar birlikte darbelere karşı yürüdükleri insanlara darbeci, birlikte çalışırken yücelttikleri insanlara her gün hakaret edebilirler. Steril hayatlarından bakıp; onlar gibi düşünmeyenleri, hissetmeyenleri ‘gafiller’ olarak adlandırabilirler.

İslamcılığı dillerinden, klavyelerinden düşürmeyenler, yeni egemenlik sembollerine methiyeler düzebilir, öznesiz, korunaklı eleştirilerle demokratlıklarına, ağır abi ve ablalıklarına halel getirmemeye devam edebilirler.

Kamunun kaynaklarıyla steril sosyal sorumluluk projeleri düzenleyenler varlıklarını yeni alan açıcılarına emanet edebilir.   Ama benim ne mağdur diline, ne rövanşa ihtiyacım, ne de varlığını birilerine adayacak bir aidiyetim var. Ne de yaşadığım haksızlığın faturasını başkalarının üzerinden görmek gibi bir kinim…

Bu dönemin rüyalarında bile göremeyecekleri yerler sağladıklarından değilim; taşranın en taşrasından sıradan bir insanın kendi çabasıyla ulaşabileceği bir yerdeyim. Ve bu benim için şükür sebebi…

Kimilerini bugün hükümetin elinde ‘rehin’ bırakan başörtüsü serbestliği için mücadeleyi hiç bırakmayanlardanım. Daha birkaç yıl önce 28 Şubat kampanyalarımızı büyük dava adamları! gazeteciler onca ısrarımıza rağmen haber yapmazlardı. Bugünkü duyarlılıkları o yüzden göz yaşartıcı değil benim için. Kürt meselesi başta olmak üzere memleketin tüm meseleleri benim için bir sivrilme ve fark edilme basamağı olmadığı için dönemlere göre, değişen bir bakış açım da yok.

Derdini önce kendi nefsimde hissetmediğim, ailemi, akrabalarımı komşularımı, dostlarımı es geçip ‘mış gibi’ yapan bir gündelik hayatım da yok.  

Tuvaleti olmayan mülteci kampına gidip, AFAD’a övgüler düzen, Soma’da birkaç metre ötede kadınlar kocaları yerin dibinde kalan cenazelerini ciğerleri dağlatan figanlarla beklerken ‘depreme göre olay yerine müdahale etmede büyük bir başarı var’ cümleleri kurabilecek  kadar baktığım yere göre değişen (silüeti hatırlayalım) bakışım da yok, olmaması için dua ediyorum. Sürekli başkalarına ayar verirken, düştükleri açmazlara, çelişkilere dikkat çekerken aynı hale büründüğünü göremeyenlerden, tavırları sebebiyle söylediği doğru sözün inandırıcılığı bile kalmamışlardan olmamaya çalışıyorum. Roboski, Gezi, Soma, Ermenek gibi yakın tarihte yaşanan acıların vehameti bir yana; sonrasında takınılan tavırların inciticiliği ortadayken duruşunu bir santim değiştirmeyen, saydığım mağdurların kendileri gibi coşkuyla ‘Yeni Türkiye’ dememelerine bile tahammül edemeyen, barış savunuculuğu yaparken başka savaş cepheleri açanlardan olmamaya çalışıyorum.  

Hepsi bu… 

Site Footer