Soma’daki facianın teknik sebepleri iyice belirginleşmeye başladı. Henüz sıcak olan acı daha derin bir okumanın yapılmasını zorlaştırsa da sadece teknik yetersizlikler, denetimsizlikler, usulsüzlüklerle tanımlayıp geçmek; benzer durumları önleyiciliğe yetmeyebilir. Soma’daki facianın en gerisinde değişen ve dönüşen bir zihniyet dünyasının izleri de var çünkü.
Kalkınmayı tek ana hedef olarak gören düzenlemeler, az maliyetle çok kar elde etmeyi önceleyen işletme mantığı, sendikacılığın işçi hakkını değil kendi yapılanmasının ve gücünün derdinde oluşu, daha önceki yaşanan kazalarda gerekli adaletin sağlanmayışı işçiyi o kör karanlıkta merdivensiz bırakan ortamı sağlamış. Bugün artık göz göre geldiği anlaşılan facianın arka planındaki başka bir durum ise; işçinin tüm bu güçlü yapılanma karşısında tek başına kalışı. İşçiler; eşit işe eşit ücret olmayışı ve toplumsal kutuplaşmalar yüzünden dayanışma duygusunun azalmasıyla kendi içinde bölündüğü için karşısındaki güçlü yapıya karşı iyice korunaksız kalmış. Bölgede son yıllarda artan kazalardan sonra tedbirler konusunda bir değişimin olmayışı, suçluların cezalandırılmayışı işçilerde bir çaresizlik ve güvensizlik duygusu oluşturmuş. Hem işçiler hem de aileleriyle yaptığımız görüşmelerde en çok duyduğumuz ‘kimi kime şikayet edeceksin’ serzenişiyle “sel gider kum kalır” kabullenilmişliği oldu.
Soma’da madencilik en zor durumda kalanların başvurduğu bir iş alanı değil. Özellikle devletin işlettiği madenlerde çalışmak bölgede bir itibar göstergesi. Bunun sebebi sabit bir gelir şansı vermiş olması. Madende ağır şartlarda bir işçilik yapılıyor ancak bu yine de tarımda yıl boyunca çalışıp ne kazanacağını bilememekten daha kolay görülüyor. Bu tabi dönüşen konfor anlayışımızla da ilgili. İşçiliğin ağırlaştığı alan ise; özel sektör mantığının vahşi bir şekilde uygulandığı işletmeler. Maliyetin az ücret, az güvenlik, az eğitim verimliliğin ise; daha çok emek daha çok kar üzerinden hedeflenmesi. Madene hiç girilmeden çoğu zaman kağıt üstünde yapılan denetimler. Kısacası tüm bu dönüşen sistem kimi işçiler için daha da eşitsiz bir duruma tekabül ediyor. Yeryüzünde gökdelenler yükselirken, yerin altı büyük bir mezar olma yolunda genişliyor. Madencilik söz konusu olduğunda teknolojik gelişimin işçiden çok patronun işine yaradığı da kesin. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin kömür iş gücüyle çıkarılıyor. Yani asıl özne orada yerin dibinde karanlıkta eskiden gaz yağı ışığında şimdi elektrik ışığında çalışan işçi. Yorgun, tedirgin, öfkeli veya borçlarını düşünen bir işçi en yüksek güvenlikli madende çalışsa bile bir sorun yaşayabilir. Tedbirlerin nispeten daha iyi olduğu devletten emekli olanlar ile özel sektörden emekli olanların arasında bile yüzlere yansıyan bir farklılık var. Yine aynı şekilde devlette çalışan işçiler ile özel sektörde çalışan işçiler arasında da. Ama en ağır ayırım; özel sektörde aynı işi yaptığı halde aynı maaşı alamayan işçiler arasında. Gelir adaletsizliği, sert siyasi kamplaşmalar, işçiler arasındaki dayanışmayı azaltıyor. Birbirine güvensiz bir işçi yapısında hak arayışı, ortamın iyileştirilmesi için çaba da verilemiyor. İhtiyaçlar için alınan kredileri de eklersek işçi adeta büyük bir ağın arasında ‘rehin’ alınmış gibi oluyor.
Bütün bu hızlı dönüşüm ve kuşatmaya rağmen hem Somalı işçilerde hem de ailelerinde ağır bir işte alın teri dökerek elde edilen kazancın getirdiği bir irfan ve sabır hali var. Özellikle yer altında çalışan işçilerin karanlıkta kendiyle baş başa kaldığı halin ayrı bir irfan olarak yansıdığını hissetmek de mümkün.
Maden çevresinde ve şehir merkezinde protesto gösterilerine karşı alınan sert güvenlik önlemleri hareket alanımızı azaltırken, Soma’nın derinine doğru bir yürüyüş yapmamıza da vesile oldu.
Eski Soma’da yıkılmaya yüz tutmuş tarihi evler, camiler, çeşmeler. O evlerin bir bölümünü derme çatma da olsa onararak hayata tutunmaya çalışan insanlar. Memleketin doğusundan batısına farklı illerinden ekmek parası için gelip bu yalnızlığa terk edilmiş mahallede kendi coğrafyasını yeniden şekillendirenler. Sokak aralarında hem her şeyin farkında hem de bunu bile bir oyun diline çevirmiş çocuklar, yoksunluğun ağırlığını dağıtan birbirinden renkli tenekelerde açan çiçekler. Daha içerilerde gecekondulaşan bölümde her biri başka bir köyde ölüsünü gömmekten yeni dönmüş kadınlar. Yaşarken merkezde olmadıkları için ölünce bile eşitlenemiyorlar. Taziye ziyareti ve yaraların sarılması konusunda da öncelik onlarda olmayacak anlaşılıyor. Önce pek konuşmak istemiyorlar, kesik cevaplar, tedirgin bakışlar. Ama sonra derinlerinde ağır yara ve bunun getirdiği öfke yansıyor kelimelere. “Yaşarken kıymetimiz yok ölünce kıymet bulduk, bir iki gün sonra o da unutulur’
Soma’nın bu mahallesinde ve en eski köyü olan Darkale’deki durum bana Tarlabaşı, Sulukule örneklerini de hatırlattı. Yani sorun sadece madencilik sektöründe değil tüm diğer sektörlerde de insanın emeği ve hayatı merkezde değil. Misal bu tarihi bölgenin restorasyonu düşünüldüğünde de sakinleri yerinden edilecek daha uzaklara itilecek, turistik bölge olarak insansızlaştırarak ticarete açılacak. Kentsel dönüşüm yapıldığında da yine aynı şekilde bu sakinlere bir kez daha merkezin dışına gönderilmek düşecek. Sadece insanların değil mekanın hafızası da yok edilecek.
Soma faciasının hepimizde sandığımızdan derin bir yara açtığı kesin. Herkes kendi meşrebince yaşıyor bu acıyı. Kimi sessizce gözyaşı dökerek, kimi dua ederek, kimi adaletin sağlanması için yüksek sesle hak talebinde bulunarak, kimi bir daha yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınmasını dillendirerek, kimi öfkeye kesilerek, kimi kendi iç dünyasında bir muhasebeye dönüştürerek. Kimi hep yaptığı gibi karşısındakiyle kavga ederek, onun acıyı anlama biçimiyle dalga geçerek. Bu farklılıklar değil ancak bu kadar ağır bir acıyı bile kendi savaşlarına malzeme yapanlar ile tek derdi mevzileri kaybetmemek olanların velhasıl olayın yaşandığı andan önceki tutumundan bir adım bile şaşmayanların motivasyonundan ve şartlanmışlıklarından korkmak gerekiyor.
Kızımın ben Soma’dayken hem survivor hem de facia haberlerine maruz kalışıyla çizdiği resim; bana farklı bir yerin kıyısında olduğumuzu da hissettirdi. Şöyle yorumluyordu çizdiği resmi; “Madende önemli bir şifre var onu buluyorsun, sonra yas olduğu için bayrağı yarıya indiriyorsun, gökkuşağı tepesinde dua ediyorsun, oradan Somalı çocuklara yardım gönderdikten sonra iyilik ödülünü kazanıyorsun”
Evet küçük bir kızın duygu dünyasında şekillenen imtihanı geçme formülü bu; hepimize kolay gelsin.