Gözlerine yerleşmiş tanıdık bir keder ifadesiyle karşıladı bizi Emel Korkmaz; gecikmiş taziye ziyaretinde. Eskişehir’de polisler tarafından kelimenin tam anlamıyla öldüresiye dövülerek hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz’ın annesi; Emel Hanım.
O keder ifadesini; Lice dağlarında keçi otlatırken bir havan mermisiyle öldürülen Ceylan’ın anne ve babasının yüzünde görmüştüm ilkin, sonra da bir kış gecesi 34 evladını bir bombalama sonucu kaybeden Roboskili annelerde. Ölümlere, yitirdikleri evlatların ardından eli böğründe kalan annelere aşinalığım daha eskiydi kuşkusuz. Ancak, binbir hayalle büyüttükleri evlatlarını kaybettikleri yetmezmiş gibi bir de onların ardından incitici bir duyarsızlıkla karşılaşan, ‘ama’sız bir başsağlığı çok görülen, hatta suçlanan annelerin gözünde başka bir keder ifadesi var. Üzüntü, şaşkınlık, öfke tüm duyguların harmanlandığı donuk bir keder bu gözbebeklerinin ferini söndüren.
Saliha anne, Ceylan’ın vurulduğu yerde bizi yemeklerle karşılamıştı. Dar bir vakitti, gece olmadan Diyarbakır’a dönmemiz gerekiyordu; yanımızda 6 aylık oğlum vardı, arkadaşlarımızdan biri hamileydi. Ne diyeceğimi bilemez halde bir meşenin dibine oturmuştum. Ceylan’ın fuşya etekliğinden parçalar etraftaki dallarda duruyordu hâlâ. Evladından geriye kalanları güvenli olmadığı gerekçesiyle olay yerine gelmeyen savcı için eteğinde toplamıştı Saliha anne. Ağabeyi Rıfat, patlama sesinin ardından geldiğinde ‘olay yeri bozulmasın’ diye kardeşinin cesedine önce dokunmadıklarını anlatıyordu. Bu ayrıntıyı bilecek bir çocukluk geçirmenin ağırlığı oturmuştu içime. Ceylan’ın 9 yaşında Kur’an’ı hatmettiğini anlatıyordu Saliha anne bir yandan oğluma yemek yedirirken. Konuştuğunda bir anlık dağılan o kederli bakış sustuğunda yine yerli yerine oturuyordu. Rıfat baba ise baştan başa kederdi sanki suskun bir şekilde oturduğu meşenin dibinde. Bir yıl sonraki ziyarette sanki aradan on yıl geçmiş gibi yaşlandığını görecektim sonra.
Yıllar sonra kimi kardeşinin okul masrafı, kimi düğün parası, kimi evin geçimi için gittikleri yolda karlı bir gece vakti bombalarla can veren evlatlarını anlatan Roboskili anneleri dinledikçe tekrar hatırlamıştım Saliha annenin küçük yaşta Kur’an’ı hatmeden Ceylan’ı anlatırkenki ses tonunu. Aynı ses tonu vardı Roboskili annelerin dillerinde de. Evlatlarının başarılarla dolu karnelerini, belgelerini gösterirken. Kısacık hayatlarına sığdırdıkları güzel anları kederli sesleriyle anlatırken. Sanki evlatlarının başını okşuyormuş gibi ellerindeki çerçevelerdeki fotoğrafları, mezar taşlarını okşarken. Kayıpları kadar çocuklarının arkasından söylenenler de yaralamıştı onları; o anlatma çabasının sebebi buydu kuşkusuz. Bütün çocuklar gibi masum olduklarını, böyle bir ölümü hak etmediklerini, böyle bir duyarsızlığı da. Aradan yıllar geçti ancak acının halen ilk günkü gibi taze oluşunun bir sebebi de bu sanırım. Çocuklarını da, acı sonlarını da ardından söylenenleri de, suskunlukları da unutamıyorlar…
İşte, Emel Korkmaz’ın gözlerindeki keder Lice’nin dağlarında, Gülyazı’nın eteklerinde, Ro-boski’nin sokaklarında karşılaştığım keder gibiydi. Küçücük yaşında yoksullar için eşya toplayan, mahalledeki çocuklara kitap okuma seferberliği başlatan Ali İsmail’i anlatırken; tanıdık bir ses tonu vardı Emel Hanım’ın. Bir vakıf kuracaklarını, Ali İsmail’in kısacık hayatında yapmaya çalıştıklarını sürdürmeyi düşündüklerini anlatıyordu kıvançla. Söylenemeyen sözlerin ağırlığı yayılmıştı odaya; karşılıklı sustuk yine. Duvarda kocaman gülümsemesiyle bize bakan Ali İsmail’in bakışları.
Vedalaşıp çıktığımızda Rakel Dink’in ‘çutağım’ diye seslendiği eşi Hrant Dink’in ölümünün birinci yılında yaptığı konuşmanın son cümleleri gelip oturdu dilime. O göze oturan kederli bakışın bir sahibi de Rakel Hanım’dı çünkü.
“Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yas da kardeşlik de bugün cesaret istiyor, ama asıl, yaşamak cesaret ister. Umut cesaret ister. Adalet cesaret ister.”