Dönüştüğümüz Haller ve Roboski

Yine büyük ölçüde kazanan/kaybeden ve yemek/yedirmemek üzerinden değerlendirilen bir çıkmazın içindeyiz ülke olarak. Krizin siyasi, ekonomik, toplumsal boyutları üzerine komplo teorilerinin de sık kullanıldığı çokça analiz yapılıyor, o yönlerinden çok derinsel boyutunun yansımalarından söz etmek istiyorum bu yazıda.

Futbol taraftarlığı düzeyinde seyreden tartışma üsluplarımız ve tüm siyasi tartışmaları kazanmak üzerinden değerlendirmemiz; dönüştüğümüz hali iyice ortaya koyuyor: dünyevileşme. Tartışmalarda dini literatür ve referanslar çok kullanılsa da seküler bir kavga bu. Ve bu kavga; tarafların, tarafların taraftarlarının; sık eleştirdikleri seküler insanlardan daha ağır bir şekilde maddecileştiği ve ‘dünya’ derdine düştüğünü acıtıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Bunun ilk göstergesi; hüsn-i zan’ı artık iyice unutmamız. Hayata, insana bakışımızı olduğu gibi günlük siyasetimizi de en kötüyü görmeye odaklanarak ve onun üzerinden yansıtarak oluşturuyoruz. Oysa içinde bulunduğumuz medeniyetin kodlarında önceleri ‘iyiye’ odaklanıp ona göre davranış geliştirmek vardı. Şimdi ise; iyiyi değil özellikle kötüyü görmeye ayarlı gözler, kötüyü yaymaya ayarlı diller ve kötüyü duymaya ayarlı kulaklarımız var.

Sadece odaklanmak olarak değil kötülükle birlikte hareket etmekten de çekinmiyoruz. Normal zamanlarda karşılaştığımızda kötülüğü bize bulaşmasın diye yolumuzu değiştireceğimiz insanlarla ‘başkalarına bizim söyleyemediklerimiz en ağır cümleleri’ kurabiliyorlar diye aynı yolu paylaşıyoruz. En kötüsü dilimizle, hareketlerimizle onlara benzediğimizi göremiyoruz, görsek de önemsemiyoruz.

Başka bir gösterge sistemin, devletin, yapıların, grupların çıkarlarını insanın üstünde görmemiz. Vaktiyle zübde-i alem olarak sıfatlandırılan ve kim olursa olsun kıymetli olan insan; artık güçsüzse, çıkarlarımıza, düşüncelerimize tersse, bizim için kıymetini yitiriyor. Sistemin yürümesi için insanları kırmayı, yok etmeyi normal görüyoruz. Yetmiyor bunun için fetvalar bile oluşturulabiliyor.

Yüzyılın yanlışlarıyla yüzleştiğimiz, ölümlerle acılarla sonuçlanan her toplumsal olayda medyanın üstlendiği kışkırtıcı rolü, tarafgirliği, gerçekleri çarpıtmak ve devleti insandan üstün görme halleriyle yaşanan trajedileri uzun uzun tahlil ettiğimiz günlerde; yeni bir toplumsal kutuplaşmanın, ötekileştirmenin aktörleri olmaktan hiç imtina etmiyoruz. Yüzleşme pratikleri bize aslında hiçbir şey öğretmemiş. Devlet kararlarıyla alınan tehcirlerde, sürgünlerde, hayatını kaybeden masumların hikâyelerinden aslında hiç ders almamışız. Yine bıçak sırtları dayıyoruz, yine her yönüyle bizim gibi düşünmeye zorluyoruz insanları geçmişte olduğu gibi. Yıllarca eleştirdiğimiz ‘ya sev ya terk et’ argümanına demokratik, hukukî, sosyolojik kılıflar buluyoruz. Farklılıkların zenginlik olduğu, demokrasimizi geliştirdiğiyle ilgili uzun uzun söylevlerimizi unutup ‘safını belirle’ dayatmaları yapıyoruz. Krizlerimizin neden giderek arttığını, daha ağır yaşandığını hiç düşünmeden yeni ayrışmalar için çaba gösteriyoruz. Bütün bu anlattıklarım ortada tuzak veya operasyon olmadığını düşündüğümden değil ancak daha bunların oluşu bizim yanlış tutum ve davranışlarımızı haklı çıkarmaz. Aksine bu hal provokasyonları başarıya ulaştırır. Bütün tuzakları bertaraf edecek olan adaleti herkes için tecelli edecek hale getirmek ve düşmanlaştırmamaktır.

İşin en kötüsü hayata sadece dünya üzerinden bakanlar bizim sürüklendiğimiz yeri iyi tahlil ediyor. Bu savaşta her şeyden önce maneviyatımızı kaybettiğimizi, aktörleri olduğumuz bu yeni düzende aslında hizalanmalarımızın statülerle ilgili olduğunu ve bencilce davrandığımızı biliyor. Hem ideolojik olarak hem de siyaseten erimemizi bizim dışımızda herkes görüyor; bunu fark edemediğimiz gibi hadislerden, ayetlerden içinde bulunduğumuz duruma meşruiyet kazandıracak örneklikler sergilemeye çalışıyoruz.

Göstergeleri artırmak mümkün; bu kırılmanın esas noktası ise üçüncü yılına giren Roboski katliamı oldu.

Hakkını yemeyeyim ilk gününden itibaren tavrını net olarak ortaya koyan Müslümanlar da oldu. Hem ailelere destek noktasında hem de olayın tüm yönleriyle açığa çıkarılması ve suçluların yakalanması için. Ancak büyük resimde gördüğümüz ise korunaklı bir duyarlılık oldu. Medyanın tavrını eleştirmek, BDP’nin istismarına dikkat çekmek ve olayın komplo olduğunu dillendirmekle konumlanan bir korunaklı duyarlılık alanı. Bu tavır; Roboskili ailelerin hissiyatında abisini kaybeden Gülşen’in çığlık çığlığa sözlerinde şu cümleye dönüşüyor: “Bizi öldüren bomba değil bu sessizliktir!”

Gerekli baskı mekanizması oluşturulabilse, Uludere’ye adalet istemenin çözüm karşıtlığı veya darbecilikle itham edilmesi gibi durumlar olmasa daha hızlı bir sonuç almak mümkündü. Bazı konularda misillemeli adaletin yaşandığı bugünlerde kim bilir belki Roboski’nin failleri de açıklanır. Ancak geçen süre boyunca hem siyasi açıklamalarla hem de toplumsal tavırlarla aileleri her seferinde daha da acıtan durumların yaşandığı bu üç yıl hepimizin düzene sımsıkı sarılmak noktasında geldiğimiz yeri iyi özetliyor. Bu, suçu başkasına atarak kurtulabileceğimiz bir durum değil ve büyük bir ah ve vebal olarak üzerimizde olacak. Hiç unutulmasın.

Site Footer