Geçtiğimiz günlerde açıklanan SEKAM araştırması, ‘ateistlerin Allah’a inandığı, İslamcıların namaz kılmadığı’ gibi ilgi çekici sonuçları üzerinden hep yapıldığı gibi magazinel bir şekilde tartışılıp gündemin gerisine atıldı.
Oysa gençliğin içinde bulunduğu durumu dolayısıyla gelecekte bizi bekleyen kavram karmaşasını, toplumsal şizofreniyi ortaya koyması sebebiyle etraflıca tartışılmayı hak eden bir araştırmaydı.
81 ildeki 352 yerleşim biriminde, 15-28 yaş aralığındaki 5 bin 541 kişiyle yapılan Türkiye Gençlik Raporu isimli araştırma; gençlerin ciddi bir kimlik, güven ve değer krizi içinde olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Araştırma sonuçlarında gençlerle ilgili yapılan tanımlamalardan bazıları şunlar: her şeyi bilir psikolojisinde olmak, kendini sorumlu hissetmemek; fakat başkalarını sorumlu tutmak, her şeye sahip olma hakkını kendinde görmek, köşe dönmeci zihniyet, maddiyatçılık eğilimi, sınırsız bir tüketici ve kullanıcı özelliği sergilemek, marka tutkusu, gösteriş, elde etmek istedikleri ile haklı olmak arasında bir ilişki kurmamak (Emeğin değer olarak önemini kaybetmesi), rol modellerini popüler öğelerden seçme.
Araştırma sonuçlarında yeni neslin en temel özelliğinin benmerkezci olduğu ortaya çıkarken; gençlerin verdikleri cevaplarda din ve ahlak gibi manevî değerleri önemli olarak görmediği de anlaşılıyor. Yine araştırmada gençliğin dinî, ahlâkî ve toplumsal değerlere ilişkin tutum ve tavırları da incelenmiş; dindar gençlik olarak değerlendirilebilecek; ama nitelik dikkate alındığında, dinî, ahlâkî ve toplumsal değerler noktasında sabiteleri zayıf bir gençliğin oluşmaya başladığı vurgulanıyor. Yani gençler arasında özden çok şekle indirgenmiş bir maneviyat anlayışı yaygınlaşıyor.
Geçtiğimiz ay yine bu sayfalarda yayınlanan yazımda, ‘ben çağı demokratlığının’ rol modelinde oluşacak gençliğin handikaplarını yazmaya çalışmıştım. SEKAM’ın araştırması bu konuda kaygılanmamın yersiz olmadığını ortaya koyuyor.
SEKAM Başkanı Burhanettin Can, ‘insan unsurunda’ değerler bazında bir geriye gidiş gördükleri için bu araştırmayı yaptıklarını belirterek, çıkan sonucun üzücü olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “15-28 yaş grubu, kavramlara son derece yüzeysel olarak vakıf, sloganik bakıyor, muhtevasını bilmiyor. Sosyal medya üzerinden hoşuna giden şeyi almış. Araştırma sonuçlarında şiddet, içki, sigara, sanallaşma ve yalnızlaşmanın arttığını gördük, biz buna toplumsal şizofreni diyoruz. Korkunç bir kavramsal karmaşa var. Yaşanan olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu gören bir gençlik yetişiyor.”
Yaşanan bu sığlaşmanın sadece gençlerle sınırlı olmadığını belirten Can, daha orta yaşlardakilerle ilgili araştırmalar yapılırsa aynı yüzeyselliğin orada da karşımıza çıkacağını vurguluyor. Burhanettin Can, bu duruma yol açan etkenler olarak en başta yanlış eğitim ve kentleşme politikalarını zikrediyor. Tabii sosyal medya başta olmak üzere medyanın olumsuz etkilerini de göz ardı etmeden. Eğitimin ilk başta zikredilmesinin sebebi, gençlerin genel geçer bilgiler konusunda bile yeterince donanımlı olmayışının araştırmada karşılarına çıkması. Genel bilgilerin yanı sıra gençlerin kendilerini tanımladıkları kimliklerle ilgili en zaruri bilgilere sahip olmadıkları da belirlenmiş.
Eğitim sistemindeki sıkıntılar konusunda herkes hemfikir ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da tarafgirlik gibi refleksler etraflıca düşünmeyi, eleştirel bakmayı, objektif yorumlamayı imkansız kılıyor.
Meclis Genel Kurulu, medya programları, gazete köşeleri başta olmak üzere sorunların tartışıldığı zeminlerin giderek sloganvari, kamplaştırıcı ve ötekileştirici bir dile bürünmesi de durumu kangrenleştiriyor. Bu tartışma ortamlarında; itidale çağırırken bile yangına körükle gitme, dini argümanları günlük siyaset için heba etmekten çekinmemek, tek taraflı değerlendirme, kendi durduğu yeri hatadan münezzeh olarak görme gibi haller konuşma imkânını ortadan kaldırdığı gibi; yeni neslin olumsuz etkilenmesine sebep oluyor. Hakaret, alay, ötekileştirme yapmadan analiz yapamayanların siyasi ve konjonktürel destekleri sebebiyle el üstünde tutulması, onlara yeni kariyer olanaklarının tanınması, alenen küfreden vekillere sadece uyarıyla yetinilmesi gibi durumların gençlerin zihin dünyasında şekillenişi, kavram karmaşası ve ‘amaç için her türlü aracın mubah olduğu’ gibi maddeci bir yaklaşıma tekabül edecektir.
SEKAM araştırması, bize gençlerimize, sağlam bir dünya görüşü, bir değer sistemi ve kimlik kazandıramadığımızı acı bir şekilde ortaya koyuyor. Gazeteci-yazar Abdullah Muradoğlu’nun araştırmayla ilgili yazısında ortaya koyduğu tespit önemli: “Karşılıklı güven ve işbirliği olmadan bir toplumda ortak temel sağlanamaz. Bu bakımdan cepheleştirici siyasi gündemler yerine bütün meselelerin karşılıklı anlayış ve güven çerçevesinde ele alınacağı sakin zeminlere ihtiyacımız var.” Sadece gençlerin geleceğiyle ilgili konular değil diğer sorunlarımızın da çözüm yolu; bu sakin zeminlerden geçiyor. Kürt meselesi başta olmak üzere yaşadığımız sorunlarla ilgili her eleştirinin darbe ve sivil vesayet komplo teorileriyle dillendirilmesi, toplumsal mutabakat zeminlerini sarsmaktan ve paranoyak ortamlar oluşturmaktan başka bir işe yaramıyor.