Ben Kuşağı Demokratlığı

BBC’nin üç bölüm olarak hazırladığı The Century of the Self (Ben Çağı) belgeselinde; Freud’un psikanaliz yöntemlerinin, yeğeni Edward Bernays tarafından önce Amerikan halkını, sonra bütün dünyayı tüketime yönlendirme konusunda nasıl kullanıldığı anlatılıyor.

Halkla ilişkiler ve reklam sektörünün ortaya çıkışını çarpıcı örneklerle anlatan belgeselde; görüşlerine başvurulan Edward Bernays’ın kızı Ann Bernays, bu tekniklerin sadece tüketim için değil siyasi çıkarlar doğrultusunda da kullanıldığını vurguluyor. Bunu ‘aydınlatılmış despotizm’ kavramıyla açıklayan Ann Bernays, “Bu da insanların yanlış kişiye oy vermelerini engellemekti. İnsanların arzularına ve fark edilmemiş özlemlerine hitap ediyorsunuz. En derin arzularına, en derin korkularına dalıp onları kendi amaçlarınız uğruna kullanabiliyorsunuz.” diyor.

İnsanın; ihtiyaç olduğu için değil, iyi hissettireceği duygusuyla ömür boyu tüketiciliğe hapsedildiği ve bunun en görünür olduğu mekanlar olan AVM’leri başka bir yazıya bırakarak; siyasetin nasıl şekillendirildiğine değinmek istiyorum.

Bu şekillenme en çok ‘korku’ hissine odaklanarak yapılıyor kuşkusuz. Bizim gibi yüzyıllık sorunları olan bir ülkede kitlelerin hem yaşadıkları anla hem de gelecekle ilgili korku ve endişe hissetmesi normal. Büyük olayları bırakın en küçük bir toplumsal karşıtlığın bile bazen ölümlere sebebiyet verdiği bir geçmişimiz var. İşte burada siyaset aktörlerine düşen; insanların korkularına yönelerek bunu yok etmek değil kendi istediği durumlarda ve yine kendi istediği şekilde harekete geçmesini sağlamak oluyor. İnsanların taraftarlığını pekiştirerek, siyasetin merkezinde olduklarını ve yön verdiklerini hissettirirken, aslında onları karar alma mekanizmalarından olabildiğince uzaklaştırıyorlar. Yani aktif vatandaşlık konumundan pasif tüketici bir duruma geçiş diyebiliriz. Gerekli durumlarda ise nasıl olsa duygularına seslenilerek onların kendilerini aktif hissetmeleri sağlanılabilecekti. İnsanların söz hakkı değil arzularının söz hakkı olduğu bir süreç.

Yakın tarihimizde yaşadığımız toplumsal karşıtlık ve siyasi mücadelelere baktığımızda bunun izlerini görmek mümkün. Son yıllarda insanların siyasette kendilerini daha etkin hissettiği ama aynı zamanda bunu belirli kesimlere, rol modellere bıraktığını da görebiliyoruz.

Ben kuşağı demokratlığı

Bu rol modelleri ‘ben kuşağı demokratlığı’ kavramıyla adlandırmak mümkün. Bu kavram hem çocukların kişilik özelliklerinin şekillendiği dönem hem de belgeselde bahsedilen yüzyılımızın en belirgin hali olan ‘ego’yla örtüşüyor.

Pedagojide çocuğun ben çağının 2 yaşın sonunda başlayıp genelde 5 yaşının sonuna kadar sürdüğü belirtilir. Bu dönem içinde çocuklar çevrelerinde bulunan her şeyin kendileri için var olduğunu düşünür ve her şeyi sahiplenirler. Paylaşmayı sıkça reddettikleri bu dönem aynı zamanda inatlaşma dönemidir.

Normalde geçici bir dönem olan ben çağı hazzın ve egonun öncelendiği ve hayatın gayesi haline geldiği bir çağa rastlayınca kimileri için artık bir hayat biçimi oluyor.

Ben çağı demokratının en büyük özelliği; her zaman haklı ve bilen konumunda olmasıdır. Söylediklerinin, yazdıklarının tam tersi de yaşansa onlar her zaman haklıdır. Sorunların kaynağında hep başkaları vardır; tıpkı ben çağındaki çocukların sık sık ‘ben yapmadım o yaptı’ demesi gibi; onlar hatadan münezzehtir.

Analizlerinin hep kişiler üzerinden olmasıyla tavırlarının kişisel olduğu anlaşılsa da amaçlarının toplumsal olduğunu ve tüm bu çabaları ülkeyi özgürleştirmek için olduğunu sık sık tekrarlarlar. Bunun yolu da mevzilerin temizlenmesinden geçiyordur. Bir anda birkaç iş yapmalarının, kanal kanal gezmelerinin, sosyal medyada cengaverce tutumlarının hepsinin tek amacı budur. Bu arada ben çağı kuşağının en gözde mesleklerinin köşe yazarlığı, yorumculuk, akademisyenlik, danışmanlık ve reklam sektörü olduğunu da belirtelim.

Çünkü bu alanlar yıllardır kişisel çıkarlar için kullanılıyordur ta ki ben kuşağı demokratları ortaya çıkana kadar. Onlar büyük birikimleri, kıvrak zekâları, asla yanlış ata oynamama kabiliyetleriyle; karşılıksız olarak onların yani sessiz yığınların sesi olduklarına inandırırlar kalabalıkları.

Ben kuşağı demokratlarının başka bir özelliği; içerikli tartışmalar yerine kitlelerin ilgisini çekecek magazinel değeri olan çıkışlardır. Ben çağının tüketim için arzulara seslenmesi gibi onlar da kitlelerin tarafgirlik başta olmak üzere çabuk harekete geçmeye meyilli olan duygularına seslenerek, onları düşünmekten çok slogan atmaya sevk eder. İçeriksizleştirme, derinleşmekten alıkoyma ve haliyle daha maddeci bir tutum içinde olmaya yöneltirler takipçilerini.

Bariz bir özellikleri de; bu kuşağın manipülasyon yeteneğidir kuşkusuz. İçinde bulundukları tarafın açık hatalarını bile sahiplenip kitleler için tevil etmekten hiç çekinmezler. Bunun için gerekirse gerçeği çarpıtma yahut eksik gösterme gibi durumlardan hiç rahatsız olmazlar. Her şey gibi eleştiri kurumu da onların tekelindedir. Başkaları yapınca ‘saldırı’, kendileri söz konusu olunca yapıcı eleştiridir. Neyi, ne zaman, nasıl eleştireceklerini iyi bilirler… Diğer bir özellik ise, sürekli hassas dönemlerden, pusuda bekleyen tehlikelerden bahsedip bunu aşabilmenin tek yolunun kendi varlık ve duruşları olduğunu hatırlatmalarıdır.

Ben kuşağı demokratlarında aramamanız gereken özellikler ise; tevazu, edep, iyi niyet, hürmet, muhasebe gibi duygulardır. Bu anlayışın kendini konumlandırdığı temel motto şudur: “Ben her şeyi bilirim, bana her yol mubah, en iyisini ben hak ediyorum ve yoluma her çıkanı ezerim.”

Etrafımızda bu ara en çok duyduğumuz cümleler bunlar ve ilk bakışta rahatsız edici gelmiyor. Ancak bunu hayat biçimine getirenlerin her gün arttığı ve hepimizin hele de Ahmet Tezcan’ın Sarı romanında kullandığı tabirle ‘Anadolu’nun naif, kavruk evlatları’nın iflah olmaz bir ben kuşağı demokratına dönüştüğü ortamda; gelecek kuşakların ‘dindar nesil’den çok ‘egoist nesil’e tekabül edeceğini görmek gerekiyor.

Site Footer