Aşamaları ve şekli konusunda düşünceler farklı olsa da; çözüm sürecinin kalıcı bir barışa evrilebilmesinin en etkin yolunun gerçek bir yüzleşme veya helalleşme olduğu konusunda herkes hemfikir.
Yüzleşmek söz konusu olduğunda özellikle OHAL yıllarında yaşanan zorla kaybetmeler, zorunlu göçler ve faili meçhuller ilk sırada geliyor. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin geçtiğimiz günlerde zorla kaybetmeler konusunda hazırladığı iki rapor; Meclis’te kurulacak bir Hakikat Komisyonu için önemli bir kaynak niteliğinde.
Yıllarca kapatmadığı kapısıyla beklediği oğlunun kemiklerine kavuşmadan aramızdan ayrılan Berfo Ana, zorla kaybetmelerin yakıcılığının zihnimizdeki sembolü oldu. Yine yıllardır Galatasaray Meydanı’nda kayıpları için oturan Cumartesi Anneleri gibi. Kaybın ölümden daha yıkıcı olduğunu en iyi onlar biliyor. Ölüm kabullenilebilir bir hakikat. Oysa kaybedilme, ölüyü gömme geleneğini boşlukta bırakarak geride kalanlar için sürdürülemez bir hayat bırakıyor: “Çok zordur hani sen gidiyosun, kemik buluyosun, kemikler sana mı ait? İnsanın bir cenazesi oluyo, gidiyosun cenazeyi toprağa veriyosun, üç dört gün yasını tutuyosun, insanlar baş sağlığına geliyo on, on beş gün insan alışıyo. En azından ‘toprağa verdim,’ diyosun, yavaş yavaş yaşamına devam ediyosun. Ama bu böyle bi şey değil yani bütün aileyi felç ediyor. Mesela benim bütün ağabeylerimin hiçbirisi düğün yapmadı.” Bir kayıp yakınlığının bu tanıklığı, kayıplarla birlikte geride kalanların hayatının da kaybolduğunun dile gelmiş hali.
Öldürülen birinin bedenini ailesine vermemek onu aynı zamanda yas tutmaktan da alıkoymak demek. Aile, kaybedilenin geri geleceğine inanmasa da umutlu bir bekleyiş ile yas süreci arasında boşlukta kalıyor. Şırnak’ın Cizre, İdil ve Silopi ilçelerinde yapılan görüşmelerde en çok söylenen sözler şunlar: “Öldüklerini biliyoruz ama cenazelerine ulaşamıyoruz, bizi yas tutmaktan alıkoyuyorlar, suçluları da cezalandırmıyorlar, aksine koruyorlar.” Kaybedilenlerin en azından kemiklerinin bulunması ve sevdiklerinin bir mezarının olması kayıp yakınlarının en temel talebi olarak görünüyor. Tabii adaletin tesisi, suçluların yakalanması ve o kayıp yıllarındaki suskunluk halinin ortadan kalkması yani acılarının bilinmesi de talepler arasında.
12 Eylül’den bu yana yaşanan zorla kaybetmelerle ilgili istatistiki bilgilere de yer verilen rapora göre; toplam 1.353 kişi kaybedilmiş. İki veri ise çok net: İlki; zorla kaybetmeler 1993 ve 1996 arasında en yoğun haliyle olmak üzere esasen 1991 ile 1999 yılları arasında meydana gelmiş. İkincisi de 1990’lı yıllar boyunca esasen ve en yoğun olarak OHAL bölgesinde yaşanmış.
Klişelerle dokunulmazlık zırhı oluşturmak
Ama zorla kaybetmeler konusunda sayısal verilerin hazırlanmasından çok toplumsal bir bellek oluşturmak önemli. İşte Özgür Sevgi Göral, Özlem Kaya ve Ayhan Işık tarafından hazırlanan “konuşulmayan gerçek: zorla kaybetmeler” raporu toplumsal hafıza oluşturma çabası. Zorla kaybetmelerin en yoğun yaşandığı il olan Şırnak’ın Cizre, İdil, Silopi ilçelerinde kayıp yakınlarıyla yapılan saha araştırmasını da içeren raporda, bu insanlık suçunu işleyen asker veya polis veya korucuların yanı sıra suskunlukla geçiştirme olarak adlandırılabilecek en kötü ihtimalle de kaybetme suçuna aktif olarak katıldığı söylenebilecek çok güçlü bir kurumsal işbirliğinin olduğu vurgulanıyor. Yargı organları zorla kaybetmelerin üzerine gitmiyor, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri gibi bilgi üreten kurumlar bu konuda bilinçli bir sessizlik içinde ve ana akım medya bu konuda esasen mağdurları kriminalize eden yayınlar yapıyor. Bu hukuksuzlukla ilgili yayın yapan gazetecilerin sonu da kaybedilmek oluyor çoğu zaman. Dolayısıyla devletin farklı kurumları işbirliği içinde; inkâr, tehdit, kriminalize etme ve kurumsal işbirliğini sağlama taktiklerini kullanarak zorla kaybetmeleri mümkün hale getiriyor.
Bu taktiklerin diğer bir işlevi ise suçlular için bir dokunulmazlık zırhı oluşturması oldu. Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı kitabında, soykırımla suçlusu Adolf Eichmann’ın, hem yargılandığı mahkemede hem de kişisel yazışmalarında kullandığı inandırıcılıktan uzak klişelerle dolu dilinin gerçeğe karşı bir zırh kuşanmayı sağladığını belirtir. İşte OHAL yıllarında ölüm ve yıkım mekânı olan Şırnak’ta başta olmak üzere devletin farklı temsilcileri katında klişeler sürekli olarak durumu kurtarması umulan hazır cevaplar olarak iş gördü. Bu dönemde Şırnak’ta mücadele etmiş hak savunucuları hem ölüm timlerinin pervasızlığını hem de bu işin peşine düştüklerinde onlara klişelerle cevap veren savcıların, mülki idare amirlerinin ve hakimlerin kahredici kayıtsızlığını anlatıyor. Şikâyet dilekçesini mağdurun gözü önünde yırtıp çöp tenekesine atan savcılar, yıllarca sadece şikâyet dilekçesinden oluşan soruşturma raporları ve daha nicesi kayıp yakınlarının acı tanıklıkları olarak kayıtlara geçiyor. İkinci rapor, yargının zorla kaybetmelerle ilgili tutumunun mağdurdan değil suçludan yana olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor zaten.
Kayıp yakınlarına adalet arayışlarını sürdürmeleri halinde aynı akıbetle karşılaşacakları da hep hissettirilmiş: Ağabeyi Rıdvan Karakoç kaybettirilen Hasan Karakoç’un tanıklıkları bunu gayet iyi anlatıyor: “Şimdi üç dört sefer beyaz bi taksi, Reno, zaten plakaları belli değildi saatlikti yahut da, üç dört sefer çarşıda yani tamponu şöyle dizime vurarak “senin de gününe az kaldı”… Ve bir gün şu sokakta gene beni sıkıştırdılar. Ortada polis yoktu. Millet ve geçen araçlar olmasaydı beni de götürüp öldürecekti. Evet şikâyetten vazgeçmemi söyledi. Ben de vazgeçmeyeceğimi söyledim.” Balyoz ve Ergenekon davaları müdahillikleri kabul edilmiş olmasa da kayıp yakınları tarafından ilgiyle takip edildiğini de öğreniyoruz rapordan. Bu anlamda Cemal Temizöz’un tutuklu olarak yargılandığı davada suçluların cezalandırılması da adaletin tesisi açısından çok önemli.
Bir daha asla
Raporda adalet tesisi için yapılması gerekli öneriler de farklı kategorilerde ele alınıyor. Devlet odaklı önerilerde; 90’lı yıllarda zorla kaybetmelere birinci dereceden karışmış tüm devlet görevlilerinin görevlerine son verilerek kurumsal reform yapılması, koruculuğun tamamen kaldırılması, yargılamaların hızlı ve etkin bir şekilde suç kapsamında zamanaşımı işlemeden yapılması yer alıyor. Kayıp yakınlarına yönelik olarak ise Meclis’te mağdur yakınları odaklı bir Hakikat Komisyonu’nun oluşturulması, geçmişte nelerin yaşandığıyla ilgili kolektif hafızaya, alternatif anlatıların da girmesinin sağlanması; kayıp yakınlarının görüşleri alınarak, kapsamlı, çok boyutlu, ailelerin farklı ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik tazminat programları oluşturulması; tazmin ve telafi sürecinin kayıp yakınlarının kurduğu taban örgütlenmeleri ile birlikte örgütlenmesi ve sürdürülmesi gibi öneriler yer alıyor. Toplum odaklı önerilerde ise anıtlar, müzeler ve anmalar yoluyla yaşananların hafızalaştırılarak unutulmaması ve tekrar etmemesi için “Bir Daha Asla!” yaklaşımının yaygınlaştırılması; zorla kaybetmeler gerçeğinin farklı toplumsal kesimlere aktarılması için görseller, spotlar oluşturmak, yakın tarihle bilgilerin ders kitaplarında yer alması, konuyla ilgili özellikle üniversitelerde araştırmaların yaygınlaştırılmasının gerekliliğine dikkat çekiliyor.