Toplumu Zehirlemeden Sistem İnşa Etmek

Barış süreci olarak tabir edilen durumun hızlı akan gündemi; geçtiğimiz yıl hararetle sürdürdüğümüz tartışmaları biraz ötelemiş görünse de yeni anayasa yapımının Kürt meselesi başta olmak üzere birçok sorunumuzun çözümünde kilit noktası olduğu gerçeği apaçık ortada.

Geçtiğimiz hafta sonu Sivil Dayanışma Platformu’nun Bülbülzade Vakfı ve Anadolu Platformu’nun destekleriyle Gaziantep’te düzenlediği “Yeni anayasa ve sürecin değerlendirilmesi” toplantısı; hem anayasa ihtiyacının gerekliliğinin hem de son günlerde barış süreciyle birlikte konuşulmaya başlanan ‘başkanlık sistemi’nin tüm yönleriyle tartışılmasını sağladı. Sadece hukukçuların değil, STK temsilcilerinin, akademisyenlerin, farklı inanç ve kimliklerin temsil edildiği toplantıda; yapılacak anayasanın Yeni Türkiye’nin aksine, eski Türkiye’nin son anayasası olduğu vurgusu sıklıkla yapıldı. Ama her halükarda bu anayasanın 82 Anayasası’nın vesayetçi ruhunu taşımayacak bir anayasa olması gerekliliğinin de altı çizildi.

Vesayet kavramı bize hep askerî vesayeti hatırlatıyor. Toplantının açılışında konuşan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de; Milli Güvenlik Kurulu’nun genel sekreterliğinin sivilleştirilmesinden OHAL’in kaldırılmasına kadar birçok konuda yapılan düzenlemeleri hatırlattığı konuşmasında buna vurgu yaptı.

Oysa idarî vesayetin de askerî kadar bizi sınırladığı ortada. Son yıllarda yapılan düzenlemelerle bu vesayetin azaldığı gibi düşünülse de; gerek YÖK gibi bürokratik kurumlar gerekse millî eğitim sistemi idarî vesayetin gücünü koruduğunun göstergesi. Anayasa’nın 127. maddesinde idari vesayet açık bir şekilde zikredilmektedir örneğin: “Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir.” Toplantıda sıklıkla anayasanın vesayetçilikten uzak olabilmesinin yolunun idarî vesayeti de kapsaması gerektiği dile getirildi.

Yeni anayasayla Türkiye’de yeni bir dönemin başlayabilmesinin koşulları arasında; yeni devlet modelinin kurgulanırken toplumsal kültürü zedelemeyecek bir yapı ve metodun bulunması hayatiyet taşıyor. Çünkü bugün geldiğimiz noktada yaşadığımız tam da budur. Türkiye’nin ulus devlet süreci; toplum yapısının çeşitliliğinin ve barışının; merkeziyetçi, milliyetçi, dayatmacı ve hiyerarşik bir sistemle yok sayıldığı bir dönemdir. O yüzden yeni sistemin tüm bu yanlışları geride bırakacak bir yolla kurgulanması gerekir. Bu da dayatmadan öte karşılıklı mutabakat ve katılımın sağlandığı bir demokratik ortamla mümkün. Yeni sistemin yeni anayasasının; çoğulcu, özgürlükçü, eşit yurttaşlığı, tarafsızlığı ilke olarak benimsemesi ve çok kültürlülüğü esas alması gerekir.

Bu da merkeziyetçi yapının yerelleşmesi yani yerel idarelerin güçlenmesiyle mümkün. Yerelleşme, bu coğrafyada uzun yıllardır kullanılan kavramla adem-i merkeziyet; son günlerin en önemli gündem maddesi olacağa benzer. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir televizyon programında eskiden eyalet sistemi olduğunu hatırlatması bu modelin başkanlık sistemiyle birlikte konuşulmasını da sağladı. Kulislerde barış sürecinin kilit anlaşmalarının başında başkanlık sistemi ve haliyle federasyon modeli olduğu konuşuluyor. 

Bu tartışma da diğer tüm tartışmalar gibi ya toptan kabul veya toptan reddetme şeklinde yapılıyor. Hükümete yakın çevreler koşulsuz bir kabul; muhalif cephelerde ise içeriksel değil toptan bir yok sayma eğilimi var. Oysa sistemin tüm yönleriyle tartışılıp hem kültürel kodlarımıza hem de coğrafyamıza uygun bir modelin bulunabilmesi gerekiyor. Nihayetinde yazının başından itibaren zikrettiğim gibi aşırı merkeziyetçi yapının bugün geldiğimiz küresel sistemde tıkanıklıklar oluşturduğu ve hem Kars hem de Edirne hakkındaki bir tasarrufun Ankara’dan aynı şekilde yapılıyor oluşunun handikapları olduğu kesin.

Mahallî idarelerin vergileri birebir toplamak dahil güçlü bir şekilde yapılandığı sistemler yahut etnik temel yerine sınır kavramlarının daha iklim ve su havzalarına göre şekillendiği; ekonomik ve kültürel yapıların dikkate alındığı daha küçük yapılaşmaların olduğu sistemlerin üzerinde düşünmek gerekiyor. Etnik temelli hele de şu andaki baskın sorunumuz Kürt meselesi temelinde düşündüğümüzde; hem çoğulculuğu hem de kültürel çeşitliliği yok edecek sert yerel iktidarların; ister başkanlık sisteminde ister parlamenter sistemlerde olsun yeni sorunlara yol açacağını görmek için yeterince yaşanmış pratiğimiz var. Barış sürecinin toplumsallaşmasının ve yeni devlet sisteminin kuşatıcılığının yolu; yurttaşların kaderini güçlü iktidarların tekeline bırakılmasından değil, özgür ve adaletli bir hukuk sisteminin herkes için sağlanmasından yani toplumun bir kez daha zehirlenmeden sistemin inşa edilmesinden geçiyor.

Site Footer