Yazıya başlık olan duygum yeni değil aslında. Yıllar önce Ermeni işçilere yaptığı sınır dışı tehdidi başta olmak üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘el insaf’ dedirten tüm konuşmalarından sonra kendiliğinden gelip dayanıyor bu duygu. En çok da Uludere’den bu yana.
Uludere’nin ilk gününden itibaren Başbakan’ın isteyerek böyle bir katliama ‘evet’ dediğini düşünmedim halen düşünmüyorum. Ama ilk günden bu yana bu konuda yaptığı her konuşma en az katliam kadar vahamet taşıyor. Hem Müslüman hem de Kürt biri olarak o konuştukça utanç, acı, öfke kısacası yoğun bir duygu karmaşası yaşıyorum. Görebildiğim kadarıyla Başbakan Uludere’nin Kürtlerde nasıl bir kırılma yarattığını henüz anlamamış.
Anlamış olsaydı kendi konuşmalarının PKK’nın istismarından daha çok rahatsız edici olduğunu, her konuşmasıyla kırılmanın derinleştiğini ve bu kırılmaya bel bağlayanların ellerini ovuşturduğunu görürdü.
Ölümün olduğu yerde, hem de savaş uçaklarının 34 kişiyi bombalayarak korkunç bir şekilde öldürdüğü bir durumda; ilk kurduğu cümlelerde ‘tazminat’ kelimesinin olması; bütün Kürtlerde olduğu gibi bende de bir aşağılama, değersizleştirme hissi uyandırıyor.
‘Siz Kürtlerde insanın önemi yok, kan parası alıp susarsınız’ demek istiyor adeta. Eşinin GATA’ya alınmayışını, çocuklarının yurt dışında okumak zorunda kalışını gözleri yaşararak anlatan bir Başbakan’ın evlatlarını kaybeden insanlara ‘tazminatsa tazminat’ gibi bir cümle kurabilmesinin başka izahı yok. Her konuşması ben de bomba etkisi yaparken evlatlarını kaybedenler üzerindeki duygusunu düşünemiyorum bile. Katliamı yapanları değil katliamı gündemde tutmak isteyenleri ‘istismar’ etmekle itham eden manşetler hazırlayan gazetelerin ‘hassasiyetleri’ de tek kelimeyle mide bulandırıcı.
“Ya Arafat ya mahşer” dedim yazının başında. Bu mahşer yerinden ancak Arafat’ı hatırlayarak çıkabiliriz diye düşünüyorum. Niye Arafat? Arafat’taki duruşla tamamlanır çünkü Hac. Bu öylesine bir duruş değildir. Bir Öz’e ulaşma duruşudur. Bir anlık süreden bir güne kadar uzayabilir. Bütün mesele, işte öze ulaşılan o tek ânı yakalayabilmek ve o ânı ebedileştirebilmektir.
Rabbın huzurunda umut, sebat ve imanla gerçekleştirilen bu duruş aynı zamanda, farklı renklerden, ırklardan, durumlardan Müslümanların biraraya geldiği bir zirvedir. Bu zirvenin ilkinde Hz. Muhammed bir temel insan hakları bildirgesi olan Veda Hutbesi’yle seslenmiştir ashabına. Hutbenin ana teması her türlü ayırımcılığın yasaklanmasıdır. Yani bir anlamda gerçek bir özgürlük ve eşitlik anıdır; Arafat’daki bu duruş. Bu duruşta haksız kazanç, emanete ihanet ve kan davası yasaklanmıştır. Toplumsal düzenin temeli olan adalet ve hakkaniyetin bütün alanlarda tesisi özellikle vurgulanmıştır. O halde Müslüman’a düşen Arafat’taki o samimiyet testini bütün hayatına yönlendirebilmektir.
Bu konuda Başbakan ve medyası başta olmak üzere hepimize hatırlatacağım başka bir hadis ise şudur: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.”