Yeni anayasayla kronik sorunlarımıza çözüm bulunacağı ümidinin kuvvetlendiği bir ortamdan; yine en başa, karşılıklı çatışma ve gerginlik ortamına geri döndük.
Bu sürecin kuşkusuz en büyük aktörü: PKK. Orduyu sınır ötesi operasyonlara çekmek, hükümeti savaşın tarafı olarak göstermek için; 12 Haziran seçimleri öncesinden itibaren yaptıkları şiddet olayları sonuç verdi. Bütün gündemlerin ve durumların değişmeyen stratejistleri ve televizyon yorumcuları yeni süreçte, “PKK’nın şiddetinin artık kabul edilemeyeceği, ordunun haklı olarak operasyonlar başlattığı” konusunda hemfikir. Hepsi ağız birliği etmişçesine PKK’nın barış ortamını savaşa çevirmesine ‘şaşırdıklarını’ belirtiyorlar. Ben de en çok buna şaşırıyorum; doğrusu.
İlk eyleminden itibaren stratejisini ‘ölüm ve savaşla gelecek hak ve barış’ üzerine bina eden; ve bu yolda mazlumiyetleri için çıktığını belirttiği kendi halkını, asker, öğretmen, işçi, memur her türlü devlet görevlisini, kendi içindeki muhaliflerini kısacası yoluna çıkan herkesi öldüren bir örgüt değil de karşımızdaki; bir tür yeşiller hareketi.
Devletin sistemli şiddeti başlamadan çok önce; bebeklerden yaşlılara ölüm yağdıran, köy basıp yakan, destek vermeyen Kürtleri ölümden beter eden bir geçmişi var PKK’nın bugün artık kimsenin nedense hatırlamak istemediği… Geçmişi bırakın, son 2 yılda hem de eylemsizlik kararları varken yaptıklarının kronolojisine bakmamız yeterli… Kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurdun ‘suyumu bulandırıyorsun’ bahanesine sığınması gibi ‘ölmek ve öldürmek’ için hep sebepleri var. Eylemsizliği başlatırken de, bitirirken de; sokak ortasında sivil giyimli askerleri, imamları kurşunlarken de…
Onların tavrı şaşırtıcı değil; asıl şaşırtıcı olan televizyon yorumcuları başta olmak üzere bu konularda yazan çizen herkesin özellikle Reşadiye baskınından itibaren ‘kedidir kedi’ mantığıyla “Provokasyondur, PKK yapmaz, içindeki derin bağlantılar yapmıştır” replikleri… Evet, bu olayların tamamında derin yapılanmaların, Ergenekon’un rolü vardır, lakin bütün bunlara çok kolay bir şekilde kendini açan ‘şiddet üretme’ merkezli bir örgüt de var. Yöneticileri 10 yıldır sıcak çatışma görmemiş iken, dağa çıktıklarının ikinci üçüncü ayında 20’li yaşları bile görmeden ölen militanları olan bir örgüt bu; zorla ‘hak mücadelesi yapıyor’ süsü vermeye çalıştığınız. Kaldı ki, hükümetin eksik veya yanlış yaptıklarının, KCK tutuklamaları ve siyasi yasaklar dâhil hiçbirinin karşılığı silaha sarılıp Kürt ve Türk çocuklarını öldürmek olamaz. Maruz kalınan şiddetin karşılığının; zararının büyük çoğunluğu yine kendisine dokunacak yeni şiddetler üretmek olamayacağı gibi.
Velhasıl Reşadiye, Silvan, Hakkâri ve daha nice olayda; ölümler yeni; lakin yazılanlar, konuşanlar eski ve birbirinin aynı. Asıl ıskalanan ise; bütün bu saldırıların PKK’nın son yıllardaki yeni stratejisinin birer adımı olduğu… Reşadiye’den beri yaşananlar, bugün iyice şekillenen yeni bir yol haritası. Silvan ise bu yolculuğun ilk başlangıç atışı.
İki aşamalı bir yol haritası bu. İlkinin senaryosu Türkler, ikincisinin ise özellikle Batı illerinde yaşayan Kürtlere göre şekillendirilmiş. Silvan’da atılan adımla, bölgeden gelen her ölüm haberiyle Türkler için senaryonun ilk aşaması gerçekleştiriliyor. Her şehit cenazesiyle Türklerde Kürtlere karşı bir öfke patlaması yaşanmasını amaçlayan bir senaryo bu. Planın ilk aşaması başarıyla yürütülüyor. Öfke kabarıyor ve bu öfkenin ibresi hemen yanı başlarındaki bütün Kürtlere yöneliyor.
İkinci aşamanın aktörleri olan batıda yaşayan daha doğrusu yaşamaya çalışan Kürtler, gördükleri bu tepkilerle ‘şiddete’ sarılmaktan, onu ‘kutsamaktan’ başka çarelerinin kalmadığını hissedecek. Doğudaki Kürtler PKK’nın kendilerine cennet değil tam da cehennemi sunduğunu çok acı deneyimlerle yaşadılar. Halkın büyük çoğunluğu şiddetin daha çok şiddet getirdiğini gördü ve PKK’nın değil kendi iradesine sarılmak istiyor. PKK da yönünü batıya çevirdi. Zorunlu göçlerle gittikleri batıda, güç bela hayata tutunmaya çalışan Kürtlere. Onları kazanmanın tek yolu ise, yeniden Kürt diye ayrımcılık ve şiddet görmelerini sağlamak. Bu Kürtler; ‘ötekileştirmelere’, ‘dışlanmalara’ göğüs gererek zaten bin bir güçlükle hayatlarını sürdürüyorlar. En basit mahalle kavgası bile linç girişimlerine dönüyor. Bunun örneklerini, Altınova’da, İnegöl’de, Dörtyol’da geçtiğimiz aylarda, bu yıl ise İstanbul’un göbeğinde yaşadık… Karşılıklı öfke patlamaları, gerginlikler, saldırılar: Gelsin işte iç savaş. İşte kimilerinin ‘derin kanat’ kimilerinin ‘şahin’ olarak adlandırdığı PKK’nın yeni önderlerinin planı tam da bu.
Yazar Orhan Miroğlu; bu yeni planı Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde şöyle anlatıyordu: “1984 Eruh ve Şemdinli baskını, Kürt sorununda nasıl ki bir milatsa, Silvan da, yeni yol ayrımında yeni bir milattır. (…) Şiddeti meşru görme ve silahlı mücadele yoluyla; ilan edilen demokratik özerkliğin topraklarını korumak fikri bundan sonra tedavüle sokulacaktır…
Devletle savaşın demokratik özerkliğin ilan edildiği toprakları korumaya yetmeyeceğini ve böyle bir şeyin yüz yıl savaşılsa bile sonuç vermeyeceğini PKK elbette çok iyi biliyor. Ama PKK, Kürtlerin önüne yeni bir hedef koyuyor ve savaş yoluyla bölgedeki Kürtleri kazanabileceğini, sorunu uluslararası bir sorun haline getirebileceğini ve batıda yaşayan Kürtlerin de baskılara dayanamayıp ‘Kürdistan’a geri dönmeye başlayacaklarını düşünüyor.”
PKK şimdilik planında başarılı olmuş görünüyor. Şehit cenazeleri arttıkça gerilen ortamın tesiriyle hükümet sınır ötesi operasyonlar başlattı. Şimdi ise bu saldırıların yine 90’lı yıllardaki gibi bir devlet terörüne dönüşeceği algısını yerleştirerek; Kürtlerin tümünün desteğini almaya çalışıyor. BDP Milletvekili Özdal Üçer’in Roj TV’ye verdiği demecinde “Batıda yaşayan Kürtlerin can güvenliği yok, doğuya dönsünler” çağrısı bu planın artık ete kemiğe bürünmüş halidir.
Aceleye getirilen özerklik ilanı, aktörden çok bütün bu gelişmelerin figüranlığından öteye gidemeyen BDP’nin yemin boykotu, eylemsizlik adı altında şehirlerdeki molotofkokteyli eylemliliğinin, kırsaldaki çatışmaların, asker kaçırmaların; mayın döşemelerin hükümet ve TSK’ya ‘analiz’ adı altında yapılan meydan okumaların hepsinin altında bu ‘yeni plan’ yatıyor.
30 yıldır bütün acılara rağmen iç savaş yaşamayan bu topraklar; bu yeni planı bertaraf edecek mi? Kabaran öfkeler, savaş naraları atılan manşetler, nefreti körükleyen sosyal medya paylaşımları, sınır ötesi operasyonlar; korkarım ilk raundu PKK’nın kazanacağını gösteriyor. Kapımıza dayanan iç savaş provasını bertaraf etmek istiyorsak; öfkemizi, acımızı bir kenara bırakıp; ‘bu topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşanmışlıktan gelen ortak yazgımıza’ sarılmanın vaktidir.