Bir sorum var. Hatta soru çok basit kalıyor. En zorundan bir matematik problemi demeli.
Başörtü /türban rahatsızlarının (tamlama ekşi sözlükten) söylemlerine baktığımızda; adeta bir çok bilinmeyenli denklemle karşılaşıyoruz. Ve işte benim sorum tam da burada başlıyor.
Acele etmeyin önce eldekilere bakalım:
En baştaki veriden başlarsak…
Hepsi istinasız başörtüyü ve onu takanları estetik olmamakla suçluyor. Böyle bir görünümün modern Türkiye imajına zarar verdiğini düşünüyor. Başı açık bir kadının boynuna taktığı vakko imzalı eşarp şıklık simgesi, ama aynı markanın başörtüsünü taktığınızda estetik dışı ve yapay olmuş oluyorsunuz. Petrol atığı ürünler kullanmakla itham ediliyorsunuz. Yani ne çevreciliğiniz kalıyor ne de estetik yoksunluğunuz. Yıllarca köylü kıyafeti olarak küçümsenen kıyafetler, tülbentler, yazmalar baş tacı ediliyor. Sanki memleketin her şeyi estetik bir başörtü kalmış nasibini almayan.
Başı açık kadınlar çeşit çeşit giyiniyor. İçlerinde parkalısı da var, mini eteklisi de. Dopiyesli olanı da var spor giyineni de. Bu, onların hayat biçimlerini ortaya koyuyor olarak algılanıyor. Oysa biraz farklı giyinen bir başörtülü hemen tepkiyle karşılanıyor. Çarşaf giyenin gericiliğinden, pardesülünün hantallığından, modern giyinenin dine uymamasından rahatsızlar. İnanmadıkları bir şeyin fetvasını verir durumda oluyorlar. Başörtülü alan makyaj yapamaz, renkli başörtüler takamaz. Bunları yapıyorsa demek ki aile baskısından başını kapatmış. Uzun lafın kısası konu başörtü ve örtünme olunca; her kadının hayatı algılama biçiminin farklı olduğu gibi basit bir konu kimsenin aklına gelmez. Gelse de bu basit duyarlılık bile başörtülü birinden esirgenir.
Başı açık bir kadın, “eşim/sevgilim istemiyor diye mini etek giymiyorum, bikini giymiyorum” dese ki çoğu zaman biraz böbürlenme edasıyla söylenir. ‘ayol seninki de pek kıskançmış yahut seni çok seviyormuş” gibi bir iki cümle kurulur en fazla. Oysa bütün türban rahatsızlarına göre başörtü ya baba ya da koca zoruyla takılır. Ve bu feministlik kurallarına uymaz. Yani başörtülünün koca veya baba zoru, sevgi veya kıskançlıkla başını kapatması hakkı yoktur. O hak da her konuda olduğu gibi sadece başı açıklaradır. Baba ve koca baskısının dışında başını kapatan bir kadının aklı, düşüncesi olamaz. Zaten aklı olsa başına bir bez parçası takarak tüm hayatını kalıpların, öfkelerin, yitirişlerin merkezine oturtmaz.
Başörtülü olmayan bütün annelerin bunu dindar olan bütün aileler olarak genişletebiliriz… Çocukları üstünde tasarruf hakları vardır. Yani onları istedikleri gibi eğitmekte, yetiştirmekte özgürdürler. Oysa mütedeyyin insanların çocuklarını gönderdikleri Kur’an Kursu, yaz okulu, sosyal faaliyet, gazete manşeti değeri taşır. Yani tuhaf karşılanması gereken bir durumdur. Ailelerin çocukları üzerinde tasarruf hakkı olabileceği ancak aile gerici değilse dikkate alınır.
Memlekette hadi kızlar okula kampanyaları yapılır. Ama başörtülü kızların okula girmeleri yasaktır, yasak kalması istenir. Yasağın kalkabilmesi ihtimali belirdiğinde mitingler düzenlenir. Başörtülü kızlara, ailelerin, siyasi partilerin, cemaatlerin velhasıl bütün dış mihrakların tesirlerine kapılmamaları tavsiyesinde bulunulur. Ama okula alınmayan bir kızın yarınlara nasıl hazırlanacağı, nasıl yetişeceği, nasıl kendini geliştirebileceği hiç düşünülmez.
Başörtülü kızların, kadınların gerici partilere oy vermemesi istenir. Onların kadınları sömürdüğünden dem vurulur. Oysa tüm ilerici! Partilerin tüzüklerinde olmasa da yazılı olmayan kurallarında başörtüye geçit yoktur. Oyunu bize ver ama gözümüze görünme anlayışı hakimdir. Oyunu veren bir kadının birgün o partide daha etkin olabilmek gibi bir siyasi eğiliminin olması beklenmez. Kadınların siyasete daha etkin katılması için boyuna kampanyalar düzenlenir hatta bıyık takma gibi sansasyonel pr çalışmaları yapılır. Ama gerici partilerde ön sıralarda aday gösterilen kadınlar başı açıksa küçümsenir, başı kapalıysa zaten memlekette görecek günü olamaz.
Kadınların sorunları memleketimizde önemsenen konuların başında gelir. Ya da en azından göstermelik de olsa böyle bir durum hissedilir. Oysa konu başörtüyse, onu takanın bir kadın olduğu düşünülmez. Sorun önemini kaybeder, yok sayılabilir, ertelenebilir bir sorun olur. Her gün yediğinden, giydiğinden bahsedenler ‘daha önemli memleket meseleleri varken, insanlar açlıktan ölüyorken türban gibi basit bir sorunla uğraşmayalım”, ‘onlar da biraz fedakarlık etsinler daha zor durumda olanlar var” babında yüzde yüzü sosyal içerikli mesajlar vermeye başlar. Bu önermelere göre memleketin bütün başı açık kadınları gün boyunca küresel ısınmadan, küreselleşen dünyadan, yoksulluktan konuşur. Magazinin semtine uğramaz…
Bu önermeleri çoğaltmak mümkün. Köşe kadılarının yazılarını takip etmeniz yeterli bütün bu inciler ve daha fazlası için.
İşte bütün bu verilerin eşliğinde soruyorum,
Türbana karşı Kemalistlere çağrı yapan Aysel Tuğluk, üniversite kapılarını kapatan Celal Şengör, ‘dağda türbana geçit yok’ diyen PKK üst düzey komutanı, mitinglerde histerik gözyaşları döken sahte sarışın ablam, başörtülü kadınların “yeter artık” demesini bekleyen Ece Temelkuran, köşesinden önce rica sonra tehditle siyasete yön veren köşe yazarı velhasıl başörtülülere ayar vermeye çalışan bütün ermişler, bilmişler topluluğu; sorum size….
Hem başörtülü/türbanlı hem de modern, feminist, siyasi, estetik, sosyal kısacası sizin olduğunuz ve bizim hiçbir zaman olmadığımız, olamayacağımız her şey; nasıl olunuyor? Varsa tarifi verin; hem siz kurtulun hem de biz.
Başörtüyü çıkarın öyle gelin diyecekseniz.
Baştan bunun bir ‘kurt/kuzu’ hikayesi olduğunu söyleyin ne siz bunca laf kalabalığı yapın ne de biz.