Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sanatçılarla başlattığı Dolmabahçe Buluşmaları toplantılarının sonuncusunda, kadın sivil toplum kuruluşları temsilcileriyle kendi deyimiyle final yaptı.
Toplantıda tek erkek katılımcı, Aile Planlaması Derneği Başkanı Hakan Şatıroğlu idi. Başbakan Erdoğan’ın kızı Sümeyye ile katıldığı ve bebek ve çocukların sıkça konuşulduğu toplantıya, annesinin karnında bir bebek de katıldı. Gaziantep’ten gelen Pınar Hanım 8 aylık hamileydi. Gülsen Ataseven gibi duayenlerin yanı sıra, Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şube Başkanı Cemalnur Sargut’un varlığı anlamlıydı.
Görüşmeyle ilgili ayrıntılara geçmeden önce; Başbakan’ın toplantıdaki performansının dikkat çekici olduğunu belirtmek istiyorum. Hem bakanların, hem katılımcıların en az iki kez yerinden kalkarak gerek ihtiyaçlarını giderdiği, gerek sigara molası verdiği 7 saatlik toplantıda, Başbakan Erdoğan bir dakika bile yerinden ayrılmadan dikkatle bütün kadınları dinledi ve notlar aldı. Sonrasında yaptığı konuşmada da toplantıyı dikkatli dinlediğinin ipuçlarını sundu. Kadınların sadece demokratik açılımla değil, kadın sorunlarıyla ilgili de değerlendirmeler yaptığı toplantıda; en çok kullanılan kelime haliyle ‘kadın’ kelimesi oldu. Diğer kelimeleri şöyle hızlı bir tararsak, anne, kan, gözyaşı, istihdam, eşitlik, ekonomi, katılım, özgürlükler, ayrımcılık ilk çırpıda sayacağım diğer kelimeler. Toplantıda, ünlü iş kadınlarının veya dernek temsilcilerinin daha uzun konuşması; gerek Başbakan’ın yanındaki kadın milletvekilleri, gerekse diğer katılımcılar tarafından hiç itiraz edilmeden dinlenilirken, başta benim gibi bazı kadınların konuşmalarının ısrarla kısa kesilmek zorunda bırakılması, çifte standardın her yerde güçlüden yana olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
İş kadınlarının konuşmalarında daha çok sorunun ekonomik boyutları ve çözümleri yer alırken, STK temsilcilerinin, öğretim üyelerinin veya sosyologların sorunların çözümündeki önerilerinde, kültürel hakların ve algıların öneminin altı çizildi. Toplantıda söz alan kadınların en mutabık olduğu konu açılımın kararlılıkla sürdürülmesi iken, diğer bir mutabakat konusu bir üst dilin kurulmasının elzemliği oldu.
Pencereden görünen
Her platformda ‘sadece kendi haklarını savunuyor’ suçlamalarına maruz kalan başörtülü kadınlar; başörtüsüyle ilgili ayrımcılığa ancak diğer özgürlük alanlarını zikrederek girebildiler. Ama buna rağmen konuşmalarında başörtüsü kelimesinin geçtiği zaman diğer bazı katılımcı kadınların yüzlerindeki küçümseyici tavır gözümden kaçmadı. Başbakan da konuşmasının sonunda, kadın derneklerinin bu konuda ikircikli tutumunun vahametini dile getirmekten kendini alıkoyamadı. Başörtüsüz kadınların, başörtüsüyle ilgili hiç özgürlük talebinde bulunmamasını yadırgadığını dile getirdi.
Başbakan’ın toplantıyı dikkatle dinlediğini dile getirmiştim. Konuşmalar sırasında Avrupa’dan sunulan bazı örneklere (ki bunların bir tanesi Almanya’da ikinci dilde eğitim yapılmasıyla ilgiliydi) anında müdahale ederek, bilgi kirliliği yapılmamasını istedi. Yine aynı şekilde seçim barajının BDP gibi partiler için konulduğuyla ilgili değerlendirmelere de anında karşı çıkarak, baraj sisteminin kendileri tarafından getirilmediğini, sürmesinin Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarının devamı açısından önemli olduğunu dile getirdi.
Salondaki bütün kadınların neredeyse konuştuğu, saatler süren toplantının ardından söz alan Başbakan Erdoğan, hem sorulara cevap verdi hem de eleştiri kabul ettiği konuşmaları değerlendirdi. Toplantıda en çok dile getirilen konulardan ikisi Başbakan’ın kimi zaman yaptığı sert çıkışları, üslubu ile BDP’yle görüşmemesi oldu. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde basına yansıyan görüşlerini burada da dile getirdi. BDP’nin 1985 yılında yaşanan olaylarla ilgili kendisine gönderdiği CD ile terörist örgüt olduğu Avrupa’da kabul edilen PKK’nın müdafaasını yaptığını; TBMM çatısı altındaki bir partinin bunu yapamayacağını ve bunun hukuk devletine uymadığını dile getirerek, bu nedenle görüşmediğini söyledi. Kendisinin dışında bakan ve grup başkanlarının BDP temsilcileriyle görüştüğünü ancak bundan da netice alınmadığını ifade etti.
Üslubuyla ilgili kendisine hatırlatılan Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetindeki ‘öfke bize, uysallık sana’ sözlerini ise, “Bir yanağıma vurana, öbür yanağımı uzatacak kadar koyun değilim.” şeklinde cevap verdi.
Başbakan şehit anneleri ve cumartesi anneleriyle birlikte açıklama yapmasının istenmesini ise, “Cumartesi annelerinin tam olarak ne yaptığını anlamıyorum. Onlarla ilgili başka bağlantılar da var” sözleriyle cevaplandırdı. Başbakan Erdoğan, Van Kadın Derneği Başkanı Zozan Özgökçe’nin ders kitaplarında ülkenin etnik zenginliğinin yer almasının çözümde önemli olmasını vurgulamasını, “Etnik unsurların tarihinin araştırılması tarihçilerin işidir. Ders kitapları konuşu tartışılabilir.” şeklinde değerlendirirken, Özgökçe’nin PKK’yı ‘terörist’ olarak nitelendiremeyeceğini vurgulamasını ise, “Bunu demezsen iyiyle kötünün farkı nasıl anlaşılacak?” diye sordu. TMK mağduru çocuklar konusundaki düzenlemenin yarın Meclis’e getirileceğini, bu konuda duyarlı olduklarını ancak muhalefet partilerinin önergelerle sorun çıkarttıklarını vurgulayan Başbakan, KCK operasyonlarının şeklinden rahatsız olduğunu ve bu konudaki rahatsızlığını İçişleri Bakanı Atalay’a ilettiğini de belirtti. Güneydoğu’da cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarını gerçekleştirdiklerini ancak gerek baraj inşaatlarının gerekse yol ve havalimanı çalışmalarının PKK tarafından sabote edildiğini, koruculuk sisteminin olmadığı köylerde doktorların bile görev yapamadığını, AK Parti teşkilatlarının bombalandığını ve yöneticilerin tehdit edildiğini, evlerine bomba konulduğunu anlattı. Açılımın sadece Kürt açılımı olmadığının, bütün inanç grupları ve etnik kökenler için bir özgürlük açılımı olduğunun özellikle altını çizdi.
Algılar ve kimlik
Başbakan’ın konuya hakim olduğu her konuşmasından anlaşılıyordu ancak anlamakta güçlük çektiği ve bunu da dile getirdiği konu; kimlikle ilgili algılardı. Zencilerin ABD vatandaşı olduklarını büyük bir gururla söylediğini dile getiren Başbakan Erdoğan, bazı Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu gönül rahatlığıyla niye söyleyemediğini anlayamadığını vurguladı. Oysa zaten onların demokratik açılım ama kamuoyunun Kürt açılımı olarak gördüğü sürecin tam da bu algının, kendini bu ülkede gerçek vatandaş hissetme konusuna yapacağı katkılarla önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Konuşmamda bunu vurgulamaya çalışmıştım, sürecin zihinlerde başlayıp zihinlerde bittiğini, algıların iyi yönetilmesi ve sorunların çözümünde samimi olunduğunun Kürtler tarafından hissedilmesi gerektiğini dile getirdim. Anayasa’daki düzenlemelerin, dil ve kültürel hakların, dağdan inişlerin çok uzun süreçler olduğunu, bu konuda BDP’nin tutumu yanlış olsa bile Başbakan’ın bir siyasi partiyle görüşmeme lüksünün olamayacağını, bu tutumun Kürtleri BDP’ye mahkum ettiğini dile getirdim. Kürtlerin BDP’nin gerçek yüzünü görmesinin tek yolunun AK Parti’nin açılımı bir parti projesi olarak değil devlet projesi haline getirmesi gerektiğini, Ceylan Önkol’un katledilmesi gibi yakıcı konuların açılımın sürdüğü zamanlarda yaşandığını hatırlattım. ‘Dağa gidişleri durdurmak kolay değil’ ancak ‘gençlere dağdan başka çıkış yolu’ sunmayanların açıklığa kavuşabilmesi için, Kürt sitelerine sansür yapılmaması, TMK mağduru çocuklar konusu olmak üzere tüm konulardaki çifte standartların, bilgi kirliliklerinin giderilmesinin elzemliği üstünde durdum. Bu konulardaki çözüm önerilerini bir rapor halinde kendisine sundum. Başbakan, açılımın parti projesi olarak algılanmasıyla ilgili söylediklerimi ‘biraz daha insaflı olmalısın’ şeklinde değerlendirirken, Bakan Atalay’ın söylediklerimin önemli olduğunu belirtmesi ‘amacımın bağcıyı dövmek olmadığının anlaşılması’ açısından benim için önemliydi. Gündüz başlayan toplantı gece karanlığında sona erdi. Otobüsten inip eve gittiğimde toplantıda sıkça konuşulan kadın kimlikleri zihnimde uçuşuyordu. ‘Çok yorgun olduğumu, bu gece masal okuyamayacağımı ancak isterse ışığı kapatmak kaydıyla masal anlatabileceğimi’ söylediğim 5 yaşındaki kızım türkü söylememi istedi. İlk isteği Edi Bese oldu. Sonrasında ise, ‘Göçmen Kızı’nı istedi. Bunu özellikle anlatıyorum; kimlik algısının, ana dilin yaşanan coğrafyayla ilgisi olmadığının, bunun temel ihtiyaçlar olduğunun daha iyi anlaşılması için. Çünkü bizi çözüme götürecek konu tam da bu algıları iyi anlama çabasıdır.